İki nokta

İki nokta
5-6 yıl önceydi, uzun süredir görüşemediğim bir arkadaşımla internet üstünden hal hatır soruyorduk birbirimize... Arkadaşımın “Nasılsın, neler yapıyorsun?” sorusuna, “Bu aralar çok yoğunuz. Kardeşimin ikizleri oldu, onlarla beraberiz hep” diye cevap vermişim.

Önce uzun süreli bir sessizlik oldu, sonra arkadaşım, “Ağbi ne diyeceğimi bilmiyorum, çok üzüldüm. Başınız sağ olsun” diyince, kısa bir de şaşkınlık yaşadım tabii... Klavyenin azizliği, yazıda Türkçe karakterleri kullanamıyor olmamızın neticesinde arkadaşım, (o ve u harflerinin üstüne ikişer nokta daha ekleyerek) kardeşimin ikiz çocuklarının öldüğünü zannetmiş ! İngilizce karakterlerle Türkçe yazışarak birbirimizi anladık bir süre sonra ve güldük geçtik tabii, ama bir de küçük not bıraktı beynime bu hadise: Hayat dediğimiz “iki nokta misali”, “oluyoruz” ve “ölüyoruz” özetle.

Bugün Alex-Aykut Kocaman hadisesi üstüne çiziktirecektim, Kayserispor’un prematüre görüntüsü hakkında sayıklayacaktım aslında... Ama 26 yaşındaki genç kardeşim Ediz’in ölümü her şeyi anlamsızlaştırdı bir anda.
İster istemez hatırladım, hayatın ne kadar da küçük iki noktadan ibaret olduğunu...
Oluyoruz..
İki nokta..
Ve ölüyoruz işte..
Gerisi teferruat oluyor böyle günlerde.
Genç kardeşim Ediz’e Allah’tan rahmet, kederli ailesine sabır diliyorum bu vesileyle...

* * *

Meduna, Ediz ve Mehmet

Ediz’le hemen hemen aynı yaşlardaki Mehmet Güven, kısacık ömrüne iki büyük şok sığdırdı çaresiz: 19 Ağustos 2006’da Manisa’da kalp rahatsızlığı nedeniyle saha içinde yığılan Meduna’nın baş ucundaydı Mehmet...
Altı yıl sonra, 4 Eylül 2012’de kalp rahatsızlığı nedeniyle hayatını kaybeden takım arkadaşı Ediz’in de yan odasındaydı belki...
Şimdi ben Meduna ve Ediz’in kederli aileleri kadar, geride kalan Mehmet ve arkadaşları için de soruyorum büyüklere:
-Bu sıcak ve nemli iklimde bu ligin daha geç başlaması için daha kaç sporcunun kalbinin durması gerekiyor?
-Sezon başı sağlık kontrolleri boşuna mı yapılıyor? Bir sporcunun kalp rahatsızlığını öldüğü gün anlamak biraz acayip değil mi?

* * *

Elazığ-İzmir meselesi

10 Ekim 2010, teröristbaşının Suriye’den çıkarılışının 12’nci yıldönümüydü. Şırnak’ın Cizre ilçesinde bu hadiseyi protesto etmek için bir araya gelen (pardon, ne olduğunu bile bilmedikleri, duymadıkları, görmedikleri bir hadise için bir araya getirilen) 10-12 yaş arası çocuklar, ellerinde taşlarla polis barikatına doğru ilerlerken birden duraksadılar. Çünkü karşılarındaki polisler, onlara bu kez biber gazıyla değil, plastik top çuvallarıyla karşılık veriyordu.
Polisler çocuklara doğru topları attıkça, çocuklar polislere doğru koşmaya başladılar. Ellerinden taşları bıraktılar, çünkü hepsi o bir buçuk liralık plastik toplara hasrettiler. Taşları unuttular, canları istediği gibi, rüyalarında gördükleri gibi, hayalini kurdukları gibi plastik toplarla oynadılar sokakta... Sonra da dağıldılar evlerine akşam olunca, yorulunca, diğer bütün yaşıtlarının yaptığı gibi...
O çocukların Elazığlı ağabeyleri Süper Lig’deler şimdi. Mayıs’tan beri Fernandes’i, Alex’i, Selçuk’u canlı izleme hayaliyle yanıp tutuşuyorlar muhtemelen. Ama bir stat problemi nedeniyle Elazığspor iç saha maçlarını İzmir’de oynuyor bu sıralar...
Elazığ Teknik Direktörü Uygun, ligin ilk maçından sonra müsabakalarını Erzurum’da oynamak istediklerini dile getirmişti Lig TV mikrofonlarına. Ama ne olduysa oldu, Elazığlılar, Kasımpaşa maçını da İzmir’de oynadı bu hafta...
Kusura bakmayın ama, bir futbol eğlencesini bile hak ettiği halde doğuya götürmekten acizsek, doğudaki çocukların doğru hayal kurmasını beklemek biraz hayalcilik oluyor artık.
O zaman o çocuklara top yerine taş hayali kurdukları için kızmasın kelli felli büyükleri.
Top mu götürdünüz ki doğuya, top düşlesin bu çocuklar...
Taş vardı. Onu düşlediler çaresiz.