"Elveda Kobe"

"Elveda Kobe"
beIN SPORTS Basketbol Programları Müdürü İsmail Şenol, parkelerde bıraktığı silinmesi mümkün olmayan izlerle genç-yaşlı fark etmeksizin tüm sporseverlere ilham kaynağı olan NBA efsanesi Kobe Bryant'ı içtenlikle kaleme aldı. İşte İsmail Şenol'un gözünden "Black Mamba"...

Elveda Kobe

Yağız doğduğundan beri, onunla top oynayacağımız ilk günün hayalini kuruyorum. Yürümeye başladığında, nereye gidebileceğimizi kestirmeye çalışıyorum. Evin arka sokağında bir saha var, fakat oraya arabalar park ediyor. Sahile insek, bazen çok kalabalık oluyor. Kafamda hep bu sorular var. Oğlum henüz farkında değil, fakat birlikte top oynayarak geçireceğimiz vakti iple çekiyorum. Bu hayal o kadar büyük ki, hayatımda anlatacağım hiçbir maç, çıkacağım hiçbir yayın, yapacağım hiçbir röportaj beni bu kadar heyecanlandırmıyor, ki beni az çok tanıyanlar bilir, heyecanlı birisiyim. 

Kobe Bryant’ın vefat haberini aldığımda aklıma ilk kızları geldi. Önce henüz yedi aylık olan bebeğini düşündüm. Babası Kobe Bryant. Herkesin ama herkesin babasıyla ilgili bir hatırası olacak, fakat o babasını hayatı boyunca göremeyecek. Sonra 13 yaşındaki kızı Gigi’nin de helikopterde babasıyla vefat ettiği haberi geldi. Birlikte idmana gidiyorlarmış. O an, tükendim.

Muhtemelen aynı hayalleri kurduk Kobe’yle. Çocuğuyla basketbol oynayıp, onun gelişimini görüp, gurur duydu. Bir sözüyle en profesyonel kameraya sahip fotoğrafçının, muhtemelen zevkle ve bedavaya yapacağı işi kendisi yaptı: Sırf kızı istiyor diye, maç sonunda onunla Luka Doncic’in fotoğrafını çekti. Cep telefonuyla. Kızı, Trae Young’a hayran olduğu için Atlanta Hawks maçına götürdü. Ve her yerde gururla anlattı Gigi’yi. Pazar sabahı, idmana giderken trafikte yorulmasın diye helikoptere binmişti. Çünkü babalar, kendi şartlarına göre en iyisini yapmaya çalışır. Kimi aktarmalı otobüse binerek, kimi arabasıyla, kimi şoförü, kimi helikopteriyle götürür çocuğunu idmana. Şartları başka olabilir, hisleri arasında en ufak bir fark yoktur.



Kobe’nin çocuklara ve öğretmeye olan ilgisini iki kez tecrübe ettim. 2010 yılında, New York’ta “Dünya Basketbol Festivali” düzenlenmişti. Harlem’ın meşhur Rucker Park’ında, sırayla birçok ünlü basketbolcu gelip, çocuklara bir şeyler öğretmiş, onlarla basketbol oynamıştı. Dwyane Wade’den, Carmelo Anthony, Chris Paul’e kadar... Hepsi oradaydı, fakat iki kişi geldiğinde ortam bambaşka bir hal almıştı. Bunlardan biri, Michael Jordan’dı. “O tarihin en iyisi, normal” diye düşünmüştüm. Kobe parka geldiğinde, “Jordan’a en yakın şey bu adammış” fikrini iliklerime kadar hissetmiştim. Oraya gelen her öğrenciyle teker teker ilgilenip, fundamental’ında hata gördüklerini düzeltip, hepsine dokunmuştu. Detaycılığı, oyuna olan aşkı başka bir seviyedeydi ve herkesin hatalarını sabırla düzeltmeye çalışıyordu. 

Yaklaşık bir sene sonra, bunu birinci elden tecrübe edecektim. Kendimi Maslak’ta Nike ofisindeki bir toplantı odasında buldum. Konuşulanlar, güzel bir şarkı gibi geliyordu kulağıma: “Kobe Türkiye’ye gelip İstanbul’da bir gün geçirecek. Gün boyu onunla olup üç farklı noktada canlı yayında röportaj yapılmasını planlıyoruz. Burada senin olmanı istiyoruz.” Hem o zamanki kanalım NTV Spor, hem de benim için unutulmaz bir fırsattı. Kobe’nin detaycılığını birinci elden görme fırsatım oldu. Özel hayatıyla ilgili konulara girmek istemediği için, aylar önce hangi soruların sorulacağı müzakere edildi. Mağaza içinde röportajı ayakta değil, iki koltukta oturarak yapmak istemiştim. Kobe’nin ekibi, güvenlik gerekçesiyle buna karşı çıkmıştı. Sonrasında uzun süren e-mail trafiğinin ardından, bar sandalyesi tarzı iki sandalyede anlaşmıştık. Mesut Yıldırım’ın çektiği, 11 senedir Twitter’da profil fotoğrafım olan kare de onun sonucunda çıktı. Her detayı öğrenmek istiyordu Kobe. Üstelik bana saçma gelen bir programı vardı. Örneğin; Caddebostan sahilde 13:30’da çocuklara basketbol dersi vermeye başlayacak, 14:08’de bitirecekti. Yandaki sahada hazır bulunan stüdyomuza geçişi ve daha önce provası yapılmış mikrofonların takılması sonrasında 14:12’de canlı yayın başlayacaktı. 



14:12 mi?

Mümkün değildi. Alışkanlığımız, bu kadar büyük yıldızın bizi -iyi ihtimalle- yarım saat bekletmesiydi. Nitekim daha bir hafta önce Luis Figo’yla röportaj yapmış ve en az yarım saat beklemiştim. Kobe bekletmedi. Söylediği saniyede hazırdı ve dört dakikalık ilk canlı yayınımıza 30 saniye geç girdiğimiz için utanmıştım. Hayatımın en kötü röportaj girişlerinden biri oldu. Elim ayağım birbirine karışmış, kendime gelmem zaman almıştı. Kobe, kusursuzdu. Sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi hissettirdi ve beni rahatlattı. Günün geri kalanında yapacağımız diğer iki röportaj için çok daha iyi hissediyordum. Kobe’yle toplam yarım saate yakın yayında kaldık. Caddebostan sahilden tekneyle Kabataş’a geçtik. Oradan özel bir araçla İstiklal Caddesi’ne. İzdiham vardı, fakat röportaj yine tam söylediği saatte, 17:20’de gerçekleşmişti.



O gün Caddebostan sahilde olanlar çok iyi hatırlar. Ali Emre Dedeoğlu’nun çevirisiyle, çocuklara harika bir ders vermişti Kobe. Herkesle tek tek ilgileniyordu. Biz röportaj yaparken tellere tırmanıp kendisini oradan izleyen Kobe formalı çocukları bile selamlamayı unutmamıştı.



Dürüst olmak gerekirse, Kobe’ye karşı duygularım zamanla değişti. Kariyerinin ilk döneminde taciz davası vardı. 19 yaşında bir kadın, Kobe’yi tecavüzle suçluyordu. O dönem tüm avukatlarının kadını itibarsızlaştırması, ilk başta ilişkinin karşılıklı olduğunu söyleyen Kobe’nin sonrasında “kendisini suçlayan kişinin rızası olmadığını anladığını” belirtmesi, son olarak kadının suçlamayı geri çekmesi ardından davanın detayları tamamen gizli bir anlaşmayla kapanması ciddi soru işaretleriydi. Gerçekten ne olduğunu hiçbir zaman bilemeyecektik. Sevilecek birisi değildi. Üstelik NBA’e ilk girdiğinde, ukala ve bencil bir skorerden ötesi değildi benim için. Hem draft edildiği takımı beğenmeyip ısrarla Lakers’a gitmek istemesi, hem her anında Michael Jordan’ı taklit etmesi, hem de kendisini öne çıkarmaya çalışırken takım arkadaşlarını arkada tutması çok antipatik geliyordu. Üstüne üstlük, Jordan’ın jübilesine dönüşen 2003 All-Star’ında MJ’in maç kazandıracak basketi üzerine maçı uzatmaya götürmüştü. (Ah Jermaine O’Neal! Hâlâ kızgınım sana o faulden dolayı.) 



Ancak lige girdiğinde o 18, ben 12 yaşındaydım. Zamanla ikimiz de büyüdük. Kobe, iyi bir takım arkadaşı ve lider oldu. Ben, Kobe’nin en az benim kadar bir Jordan hayranı olduğunu anladım. O, gün geçtikçe egolarını doğru yönlendirmeyi öğrendi. Ben gün geçtikçe daha geniş açıdan bakabilmeye çalıştım. Taciz davasını geride bırakan Kobe, kız çocuklarının babası olarak örnek bir karakter haline geldi. Kadın haklarının iyi bir savunucusu oldu. Hatalarından ders aldı, öğrendi ve uyguladı. Kusursuz değil, aksine kusurlu ve kusurlarından öğrenen birisi olarak çıktı zirveye. 

Kobe’nin öğrenmesi, saha içinde bir skorerden bir lidere dönüşmesiyle sonuçlandı. 2009’da Pau Gasol’e ikili oyunlardan söz ederken, daha iyi pas verebilmesi için doğru açıda, aynı paralelde durması gerektiğini anlatıyordu. Sadece Pau’ya değil, bize de öğretiyordu aslında. Sanıyorum benim için kırılma anı odur. Hidayet Türkoğlu’nun final serisindeki rakibi olarak başarısızlığını isterken, Kobe’nin hayranı olmuştum. Nefretim, büyük bir sevgiye dönüştü. 

Sonrasında sosyal medya çağına girdik. Kobe herkesten yaklaşık dört sene sonra sosyal medya hesabı açtı. Twitter’a girdikten üç ay kadar sonra aşil tendonu koptu. Kopmuş aşil tendonuyla çizgiye kadar gidip, iki faul atması belki de Kobe’nin en “Mamba” anıydı. 



Mamba demişken, bir insanın kendisine lakap takması çok sempatik durmuyor elbette. Ancak bu, Kobe’nin taciz davası sonrası yarattığı bir alter egoydu. Kobe saha dışında problemlerle uğraşan bir insanken, Kara Mamba saha içinde rakiplerine saldıran acımasız bir karakterdi. Bu lakabı “Kill Bill” filminde Uma Thurman’ın canlandırdığı karakterden aldığını yıllar sonra açıklayacaktı Kobe. SLAM Türkiye dergisinde editörlük yaparken, canlı bir yılanla çektirdiği kapak fotoğrafını ilk gördüğümde inanamamıştım. Derginin en çok satan sayılarından biriydi. 



Kobe rekabetçiydi. Michael Jordan’ın altı şampiyonluğunu yakalamak istiyordu. Eski dostu Shaquille O’Neal’dan daha fazla şampiyonluk kazanmak istiyordu. Takım arkadaşlarını zorluyor, onlarla kavga ediyor ve herkesi yukarı çekmek istiyordu. Kariyerinde iki kez Lakers’tan ayrılmaya yaklaştı. Birisinde Chicago’ya gidiyordu, ki yıllar sonra kendisi ev ve okul baktığını bile anlatmıştı. Diğerinde de Detroit’e takas oluyordu. İkisinin de sebebi, rekabetçi karakteriydi. “Shaq olmadan şampiyonluk kazanamaz” denmesini istemiyordu. Shaq’siz iki şampiyonluk daha kazandı. 



Kobe rekabetçiydi. Sadece parkede değil. İş aklı her zaman üst seviyedeydi. 2011 yılında, NBA lokavta girmişken tüm basketbol dünyasını sarsan bir transferle Beşiktaş, Deron Williams’ı almıştı. Bu büyük transferin ardından New York Times’a demeç veren dönemin Beşiktaş antrenörü Ergin Ataman, “Eğer isterse Kobe de bize katılabilir” demişti. Ertesi sabah, Kobe’nin menajeri (şimdilerde Lakers’ın GM’i olan) Rob Pelinka aradı ve Beşiktaş ile görüşmek istediğini söyledi. Beşiktaş ayda 700 bin dolar önerirken; Kobe’nin teklifi “Ayda iki milyon dolar ve imza sonrası yapılan tüm sponsorluk anlaşmalarından yüzde 50 pay” oldu. Hep merak etmişimdir, dönemin başkanı Yıldırım Demirören o gün “evet” deseydi, ne olurdu acaba?

Kobe rekabetçiydi. Basketbolu bıraktıktan sonra girişimci olmaya karar verdi. 6 milyon dolara aldığı enerji içeceği hisselerinin değeri 200 milyon doları aştı. Film sektörüne girdi, yaptığı beş buçuk dakikalık kısa animasyon filmiyle Oscar kazandı. Kitap yazdı, en çok satanlar listesine girdi. Çocuk kitapları yazmaya başladı. Hatta ESPN+ için yaptığı Detail programı, beIN SPORTS’ta Taktik Tahtası adıyla yayınlanan bir programa ilham kaynağı bile olacaktı. Kobe, biz televizyonculara, televizyonculuğuyla ilham vermişti.

Kobe basketbolun ona getirdiklerini değil, basketbolun kendisini seviyordu. Birçok emekli basketbolcu “Şu yeni yetmeler bizim zamanımızda olsaydı bu kadar sayı atamazlardı” derken, Kobe herkese destek olmayı tercih etti. Sakatlanan oyuncuları teker teker arayıp onların arkasında oldu. Son sosyal medya paylaşımı bile, kendi rekorunu geçen LeBron James’i desteklemek içindi.




41 yıllık hayatının 24’üne tanıklık ettik Kobe Bryant’in. Yekûnde yaptığı her işte en iyisi olmaya çabalayan, rekabetçi, akıl almayacak kadar çalışkan, okuyan, detaylara önem veren, kendini geliştiren, farklı diller konuşabilen, zorlukların üstesinden gelebilen, çocukları için yaşayan, ailesine önem veren sevgi dolu bir insan kalıyor. 

Umarım bir gün oğlumla basketbol oynarken Kobe’den hak ettiği şekilde bahsedebilirim. Tüm hatıralar için teşekkürler Kobe. Bugün birçok kişi, dostunu kaybetmiş gibi üzgün...