"İstanbul'da çok şey kazandım"

Video yükleniyor...

beIN SPORTS'ta günün konuğu, Efes formasıyla şampiyonluk yaşayan Trajan Langdon oldu.

Tekrar hoş geldin Trajan, seni burada görmek bizim için her zaman büyük bir zevk. Onca zaman sonra İstanbul’da olmaktan dolayı neler hissediyorsun? Biliyorsun buradaki herkes seni çok seviyor.

Mümkün olduğunca İstanbul'a gelmeye çalışıyorum çünkü işlerim nedeniyle buraya istediğim kadar fazla seyahat edemiyorum. Burada çok iyi arkadaşlarım var. İnsanlar bana hep ne kadar destek olduklarını gösterdiler. Buraya elimden geldiğince sık gelmeyi seviyorum bu yüzden tekrar burada olmak harika.

Efes'te oynadığın İstanbul’daki o sezon ile ilgili neler hatırlıyorsun? Kariyerinde nasıl bir yeri var?

Benim için çok özel bir yıldı. İstanbul harika bir şehir ve o yıl ben bu şehirde yaşama ve İstanbul’un sunduğu pek çok güzelliği tatma fırsatı yakalamıştım. Burada olduğum 2003-2004 yılları arasında mental anlamda da çok şey kazandım. Özel bir takımdık ve bu takımdaki özel insanlar sayesinde başka bir şehri, başka bir kültürü öğrenebildim. Başka bir ülkede güzel arkadaşlar edindim. Bu şehir gerçekten inanılmaz. Efes'le o sezon Türkiye Basketbol Ligi’nde şampiyon olarak özel bir yıl geçirmiştik, Final Four'a çok yaklaşıp başaramamış olmamız bizi hüsrana uğratsa da yine de hatırlamaya değer bir sezondu.

Pek çok insan o sezonki kadronun Türkiye Basketbol tarihindeki en dikkat çeken kadrolardan biri olduğunu düşünüyor. Sen o kadroyla ilgili neler söyleyebilirsin, nasıl bu kadar iyi bir birliktelik kurulmuştu?

Bence bir sezon içinde büyüdüğümüz bir yıldı. Sezon öncesi iyi takımlara karşı oynamıştık. Şampiyon olan takımları sahamızda yenmiştik. Sezon öncesi Maccabi’yle oynamıştık sanırım ve bu bize çok başarılı bir takım olabileceğimizi gösterdi. Bence biz sadece Oktay Mahmuti’nin de bizi her gün zorlamasıyla, çok çalıştık. Kaptan Alper Yılmaz, Kerem Tunçeri, Antonio Granger, Nikola Prkacin gibi önemli oyuncularımız vardı. Çok dengeli bir kadroya sahip iyi bir takımdık. Her gün savaşmak için bir araya gelir, bunu takım olarak yapardık. Bence hiç bencil olmayan ve oldukça mücadeleci bir gruptuk.

Nikola özel bir oyuncuydu öyle değil mi? Günümüz basketbolunda öyle pasör bir uzun bulmak zor.

Evet, o çok iyi bir pasördü. Kesinlikle çok da iyi bir alçak post oyuncusuydu. Çok güçlü. Alçak posta inip oyunu oradan kurardı. Birçok önemli karakterin olduğu eğlenceli bir takımdık. 

O zaman neden gittin? Hava sana çok mu sıcak geldi? Çünkü Alaska'lısın ve Moskova'ya gittin.

Bu güzel bir soru çünkü geri dönüp baktığımda İstanbul'da arkadaşlarımla daha çok zaman geçirmiş olmayı dilerdim. Ama benim için NBA'e dönmek bir hedefti. 1 yılımı Treviso'da geçirdikten sonra buraya geldim ve Efes'te oynadım. O zaman artık seyahat etme vaktinin geldiğini düşündüm, geri dönmek için şansımı denemem gerekiyordu ve Clippers ile iyi bir fırsat yakaladım çünkü şutöre ihtiyaçları vardı. Ben de sezon öncesi çalışmak için vakit bulmuştum ve takımdan ayrıldıktan hemen sonra Dinamo Moskova’dan güzel bir teklif aldım. Moskova'ya gidip orada da denedim ve sanırım 1 sene oynadıktan sonra da CSKA'dan teklif geldi ve Messina arayınca karar vermek kolaydı.

Ve ondan sonrasını tarih yazdı. Moskova’da çok güzel zamanların oldu...

Bunların olacağını hiç tahmin etmemiştim. Yani şimdi dönüp baktığımda 7 yıl Moskova’da oynayıp Avrupa’da birkaç defa şampiyon olacağımı asla tahmin edemezdim. Kesinlikle güzel anlardı.

Kariyerindeki ilk günlerine dönecek olursak kararını nasıl verdin? NBA’de sadece 450 oyunculuk yer var ve her yıl iki turlu seçmeler yapılıyor. 60 yeni oyuncu geliyor ve garanti olmayan kontratlar yapılıyor. Bir oyuncunun ‘Tamam, bu rüyadan vazgeçiyorum ve Avrupa’ya gideceğim’ dediği an neresi?
 
Güzel soru. Benim için bu hayal Alaska'da gelişti. Hayalim NBA'de oynamaktı, bu amacım değildi. Büyük bir fark var. Birçok çocuk için bu gerçekleşmesini bekledikleri bir şey. Bu onların amacı ama benim için hep ulaşılmaz bir şeydi. Olacağını hiç tahmin edemediğim bir şey. Bu yüzden Duke’ten sonra Cleveland'da oynadığım 3 yıl içinde benim hayalim gerçeğe dönüşmüştü. Oraya ulaşabilmek ve orada kalabilmek için de çok çalıştım. Eğer NBA'de büyük bir yıldız olamadıysanız; bu zamanlamayla değil, içinde bulunduğunuz durumla ilgilidir. Üstlendiğiniz rol, ne kadar süre aldığınız, koçla uyumlu olup olmadığınız önemlidir. Bence bazen Avrupa’daki oyuncular ya da NBA'de şans bulamamış oyuncular biran kendilerini başka bir durum içinde bulabilirler ve bu şey gerçekten işe yarayabilir. Benim için bu Cleveland'da olmadı ama Avrupa’daki 2 yıl ve sonra Clippers’taki 1 yıl böyleydi. Bazı insanlar için hayat başka yollar sunar. Bu sporda ya da iş hayatında da olabilir. Clippers ile yollarımız ayrıldığında ben yolumun NBA olmadığını anlama fırsatı yakaladım. Bir taraftan beni istemeyen bir yer vardı ve bir yandan da Avrupa'da beni gerçekten isteyen takımlar vardı. Benim için bu noktada karar vermek zor olmadı. Hiç dönüp arkama bakmadım ve biliyordum ki artık benim yolum Avrupa basketboluydu.

Tarihinde bu kadar şampiyonluk olunca senin için bunun doğru karar olduğunu söylemek kolay oluyor. Bugüne kadarki başarılarına baktığında en çok hangisini hatırlıyorsun?

Sanırım CSKA ile Prag'da kazandığımız Final Four diyeceğim. Çünkü benim için gerçekten çok özeldi. Kazandığım ilk büyük şampiyonluktu. Duke ile bir Final rFour'da başarılı olamamıştık. Benetton'daki ilk yılımda da bit Final Four yenilgisi yaşadık. İki takımda da kazanmamız gerektiğine inanıyorum ama diğer takımlar daha iyiydi. Ve fırsat bizim favori olarak görünmediğimiz anda geldi. Herkes yarı finalde TAU’yu 40 sayı ile yenince Maccabi'nin şampiyon olacağına inanıyordu. Biz favori olmayan taraftık ama maçı kazanabilmemiz gerçekten çok özeldi. Aynı zamanda 35 yıldır şampiyonluk yaşamayan CSKA kulübü için de özel bir başarıydı. Gerçekten özeldi. Başarıya öncülük eden özel bir grup insan ve Messina ile harika bir yıldı.

MVP seçilmeni unuttuğunu söylemeyeceksin herhalde?

Aslında MVP ödülü, o gece çok özeldi. Gerçekten çok iyi bir yıl geçirmiştik ama daha sezonun başında çoğu insan şampiyon olacağımızı düşünüyordu ve tüm yıl üzerimizde bunun baskısı da vardı. Biz konsantre olarak sezona devam ettik ve işler yolunda gitti ve Final Four’da yerimizi aldık. Oynadığım basketbolun yüksek seviye seçilmesi beni çok mutlu etti. Takım arkadaşlarım sayesinde çok fazla sayı kaydedebildim ve birlikte iyi bir performans sergileyip şampiyon olduk. MVP seçilmek asla unutamayacağım bir şey.

Artık emekli olduğuna göre, politik davranman gerekmiyor. Her oyuncu şampiyonluğun, MVP ödülünden daha büyük anlamı olduğunu söyler ama her oyuncunun çocuğu babasının MVP ödülünden bahseder. Sen bu konuda ne düşünüyorsun?

Bu konuda mütevazi davranacağım çünkü takımın önemini biliyorum. Takım olmadan ya da galibiyet olmadan MVP ödülünün olmayacağını biliyorum. Ben her gece çok sayı kaydettim, ribaundlar aldım, verimli oldum ve takımımın şampiyon olmasına büyük bir katkıda bulundum ama diğer takım arkadaşlarım olmadan, onlar perdeleri ile boş alan bulmadan, iyi pasları olmadan, JR Holden iyi pasları ile bana atış yaratmadan ya da Will Bynum’ı savunurken arkadaşlarımın yardımı olmadan şampiyon olamazdık. Şampiyonluğu kazanan takımdır ve takımdan biri de MVPolur. Ben şampiyon olmak isteyen çok güzel bir takımla çok güzel bir gece yaşadım. Bu hayallerini kuracağınız bir şeydir ve ben ilk zamanlardan beri Benetton'da oynadığım zamandan beri bunun hayalini kuruyorum. Bodiroga'nın bu ödülü aldığını gördüğümden beri. Kim o adam olmak istemez ki? Ve birkaç yıl sonra bu adam olabilmek gerçekten çok özel.

Bodiroga’dan bahsettin. Avrupa’da eşsiz bazı oyuncular var. Mesela Saras. Mesela Bodiroga. Juan Carlos Navarro NBA’e gitti, orada iyiydi ama geri döndü. Spanoulis de aynı şekilde. Bu oyuncuların farkı nedir? Neden NBA'e gidiyorlar ve burada kalıyorlar? Belki Nando De Colo’yu da ekleyebiliriz.

Güzel bir soru. Bence cevap zamanlanın uyması. Nando'dan bahsettin, Spurs’te forma giymişti. Bence Nando tam bir NBA oyuncusu. 2 yıl NBA'de iyi bir takımdaydı ve şampiyon oldular. Yaşlı bir takımdaydı ve takımın genç oyuncuları geliştirmek için vakti yoktu. Nando'nun da gelişmek için zamana ihtiyacı vardı. Aslında bu 2 yıl içinde gelişti de, CSKA'ya geldiğinde parlayan bir oyuncuydu. Artık Valencia'daki o oyuncu değildi. San Antonio'ya gidince daha da iyi oldu. Olgunlaştı, kendini kanıtladı. Bence bu tamamen zamanlama meselesi. Şuan NBA'de oynayabilir mi? Kesinlikle. Kendisi muhtemelen, orada iyi davranılmadım, oynama şansı yakalayamadım ve Avrupa'da ilerleyebildim ve burada kalıyorum diyebilir. Burada soru ya da cevap gideceği yol olmalı. Eğer devam etmesi gereken yolun Avrupa olduğuna inanıyorsa, burada oldukça da iyi oynuyor. Onun için iyi olur. Aslında Juan Carlos, Vassilis Spanoulis de aynı şekilde. Bu onların yolu ve iyi olmak istedikleri yer. Ve onlar burada, Avrupa’da şampiyon olmak istiyorlar. Ve onlar Avrupa basketbolundaki önemli isimler. Dejan Bodiroga gibi. O da burada kalmayı seçmişti. Yani benim için bu yol gerçekten harika ve tüm bu iyi oyunculara karşı oynayabilmiş olmak da çok özel.

Peki, NBA farklı bir dünya ama NBA'de de çok fazla başkanın ve kulüp sahibin yönetim kısmına karıştığını da görüyoruz. Bunun zor olduğunu düşünüyor musun?

Zorlu olabilir ama bence genel menajer ya da yönetimdeki biri olarak senin kulüp sahibiyle iyi ilişkilerinin olması gerekiyor. Aynı şekilde düşünüyor olmalısınız. Hedefleriniz, vizyonunuz belli olmalı ve buna sadık kalınmalı. Bu süreçte birçok etki olabilir. Eğer bir vizyonun ve fikrin varsa bir anda başka bir yol ile başarılı olabilirsin ve bazı insanlar bunu değiştirmek isteyebilir. Sorumluluğun ve vizyonuna sadık ve güçlü kalmalısın. O zaman belki kulübün sahibi de seninle aynı fikirde olabilir. Ama zorlu olabilir çünkü bu çok uzun bir yol. Ve iniş çıkışlı bir yol. Ama umarım her yıl daha iyiye gidebiliriz. Bence bu yılda zorluk yaşadığımız ilk 5 ayda önemli adımlar attık ama son ayda artık daha iyi daha mücadeleciydik. Bence bu ileri gittiğimizin güzel bir işareti. Bir kültür yarattığımızın ve bazı oyuncuların buna sadık kalıp son maça kadar oynamaya ve mücadele etmeye devam ettiklerinin göstergesi.

Oyunculuk günlerin boyunca Mike Krzyzewski, Maurizio Gherardini, tabii Ettore Messina gibi pek çok önemli isimle birlikteydin. Bu isimler sana oyunculuk sonrası günlerin için nasıl yardımcı oldular?

İyi soru. Bence benim şekillenmeme yardımcı oldular. Sadece oyuncu olarak değil, bugün olduğum insan olmama yardımcı oldular. Sorumluluk bilinci ve kendini adama ile çalışkan biri haline getirdiler. Koç K, her gün sizden bir şey talep eder. Bir antrenman veya video toplantısı. Zor bir deplasman maçından sonra ertesi gün derse gitmenizi ister. Oyuncu olarak değil insan olarak sizden istekleri olur. Ettore Messina ile çalışmak da benim için harikaydı çünkü o da önemli vizyona sahip isimlerden biri. Onun vizyonu her gün şampiyon olmaktır. Antrenmana gelirken fiziksel ve mental olarak güçlü olmak durumundasın, takımdaki herkesten bu ikisini de bekler. Bunlar öğrendiğim farklı şeyler. Bence bunları sadece oyunculuk sonrasındaki sadece yönetim kariyerime taşımadım aynı zaman da bir eş ve bir baba olarak da kullanıyorum. Uyanıp işini en iyi şekilde yaparak, kendini çevrendeki insanları sorumlu tutuyorsun.

İçinde bulunduğun pek çok harika organizasyondan bahsettik ama hayatın boyunca Blue Devil olarak bilineceksin. Bu sana nasıl hissettiriyor?

Bu çok güzel bir duygu. Duke'ten ayrılınca ne kadar önemli olduğunu anlıyorsun. Ben Duke'a çok iyi takım performanslarım olarak gittim, Grant Hill benden önce 4 sene orada oynamıştı. Dört yılın üçünde Final Four’a ulaşmışlardı. 1991 ve 1992’de iki şampiyonluk kazandılar. Ben bu tarihi devam ettirmek istedim. Duke'tayken koçun her zaman söylediği "Arkadaki isim için değil, öndeki isim için oynuyorsun" cümlesinin ne demek olduğunu anlarsın. Bunu duyduktan sonra devam eder, bunun sadece bir parçasısındır. Hiç kimse bu sistemden büyük değildir ve bu seni alçak gönüllü yapar, daha mütevazi yapar. Her gün gelirsin ve geldiğinden daha iyi çıkabilmek için uğraşırsın. Bu benim için çok önemliydi ve Duke tarihinin bir parçası ve ben de bunda payı olan biri olmak isterim.

Sen zaten Duke tarihinin bir parçasısın. Duke'un efsanesisin. Okula girdiğinden daha iyi bir oyuncu olarak çıktığından bahsettin ve Duke tarihinin 3 sayı rekorunu kırdın. Burada dürüst olmanı istiyorum. JJ Redick rekorunu kırdığında ne hissettin?

Açıkçası, rekoru mümkün olduğunca elinde tutmak istersin. Eminim Bobby Hurley de ben onun rekorunu kırdığımda mutlu olmamıştır. Ben JJ ile ilişkimi geliştirdim ve samimiyetle söyleyebilirim ki onu seyretmeyi seviyorum çünkü bana benzer özellikleri var; perdelerden çıkıp iyi şut atması savaşması ve mücadele edişini kendime benzetiyorum. Daha öncede söylediğim gibi tabii ki rekoru sonsuza dek elinde tutmak istersin ama Duke gibi üniversiteler de onun gibi oyuncular oldukça onlar binlerce rekoru kıracaktır, sadece 3 sayı rekoru da değil, ülkedeki her türlü atış rekoru kırılacaktır. Kimse için mutlu olamam ama yani rekor bende kalsın isterdim ama JJ’in başarılı olmasına ve bu rekoru kıranın o olmasına da memnunum.

Kim daha iyi şutör?

Çok yakınız. O çok iyi bir şutör.

Sen çok iyi bir oyuncuydun. Harika bir Avrupa kariyerin var ama Avrupa'da oynayan her Duke'lu aynı başarıyı gösteremedi. Nolan Smith Adriyatik Ligi’nde çok iyi bir yıl geçirmişti ama Türkiye’ye geldiğinde bunu sürdüremedi. Ardından sakatlandı. Martynas Pocius'un kariyeri inişli çıkışlı. Sence temel fark nedir? Felsefe mi, yoksa sadece şanssız kötü örnekler mi? Neden Duke'lu tüm oyuncular, senin Avrupa’da yaptığın gibi üst seviye bir performans sergileyemiyorlar?

Bu enteresan. Bu konuda çok konuştuk. Sadece Duke'lu oyunculara değil, büyük üniversitelerin üst seviye kolej oyuncularına da baktığınızda pek çoğunu Avrupa'da küçük okullara nazaran daha iyi performans sergilediklerini görürsünüz. Neden böyle olduğunu bilmiyorum. Belki bu daha önce yapılmamış bir şeyi başarma tutkusundan kaynaklanıyordur ya da belirli organizasyonlarda yeteneklerini gösterme isteklerinden olabilir. Daha iyiye giderler ya da geç parlarlar. Neden olduğunu bilmiyorum ama şunu biliyorum ki ben gerçekten çok çalıştım ve benim felsefeme göre takım her şeyden önce gelir. Beni burada tutan da bu olabilir. Beraber olduğum takımların kültürlerini yansıtabiliyorum. Şuanda birlikte olduğum insanları anlayabiliyorum. Bu çok önemli. Bir takım olarak bir arada kalabilirsek en iyi sonucu alabileceğimize inanıyorum. Eğer takım olarak iyiyseniz, tüm bireysel başarılar bunun arkasından gelir. Her gün çok çalışmak ve takımın amacına uygun çalışmak benim için önemli olan şeydir. Benim takım ve bireysel başarımın altındaki nedendir.

Benim bu konuda bir teorim var. Bazı büyük okullarda sistem oyuncuların önündedir. Önemli oyuncular bu okullardan çıkar. Küçük okullarda çok fazla şey yapmanız gerekir, takımı taşımanız gerekir. Ve Avrupa'da eğer bir yabancıysanız sizden takımı taşımanızı isterler. Sence bununla bir alakası olabilir mi?

Ben böyle düşünmemiştim ama çok mantıklı geliyor. Büyük okullarda belki de bireysel olarak gelişmekte zorluk yaşanıyordur. Buraya gelip takımı taşıyıp 20-25 sayı atmak o oyuncular için fazla olabilir. Ben şanslıydım. İyi takımlara geldim ve iyi oyuncular arasında roller edindim. Messina yönetiminde Tyus Edney, Riccardo Pittis gibi oyuncularla oynadığım Benetton’daki sezonum bana yardımcı oldu. O takıma çabuk kaynadım. Avrupa oyununu anlayıp aynı zamanda kazanmak bence az rastlanır bir durumdu. Bunu bir Amerikalı olarak yüksek seviyede yapmak, iyi insanların arasında bunu başarmak ilk yılımda benim için çok önemliydi.

NBA’den direkt olarak Treviso’ya gittin. Bu geçiş pek çok oyuncu için zordur. Bugün Avrupa’da zirveye oynayan takımlara NBA ya da NCAA’den geçişi yapan oyuncular için doğru olan seçenek nedir? Mesela Olimpiakos'ta Kalin Lucas, Gerry McNamara, Matt Howard gibi NCAA'den gelen önemli isimler vardı ama işe yaramadı çünkü onlar kariyerlerine hemen Olimpiakos ile başladılar. Sence Avrupa'ya bu zıplama için arada başka bir takım olmalı mı?

Öyle görünüyor. İsimlere ve geçmişe baktığınızda öyle görünüyor. Birçok Euroleague takımlarında bu eğer daha önce işe yaramadıysa genç oyuncuların daha küçük takımlarda oynayarak Avrupa’daki mücadeleyi öğrenmesi, antrenmanları, seyahatleri, hayatı öğrenmesi gerekiyor. Kendini daha rahat hissetmesi gerekiyor. Çünkü bence bu sadece basketbolla alakalı değil, bence bu tamamen farklı bir kültüre uyum sağlamakla ilgili. Hayatı anlamak, antrenman alışkanlıklarını ve bir başka ülkede kendine nasıl bakacağını öğrenmek önemli. Bu ilk yıl biraz zaman alabilir. Basketbolla ilgili sorun yoktur ama bunun dışındaki her şey oldukça zordur. Bu gelişim için, olgunlaşmak için bir iki yıl tanıyıp ardından büyük bir kulübe geçmek daha doğru olacaktır.

Ama sen 18 yaşının altındayken milli takımlarda oynadın. Bu senin uluslararası oyunu anlamana yardımcı olmuştur...

Bence de. 18 ve 19 yaşlarındaki 2 yılım çok önemliydi. Avrupa maçlarını görüp oyunculara saygı duymam ve Avrupa’daki koçluk sistemini görmem açısından. İlk yıl kazandık. Ama ikinci yıl Atina’da farklıydı. Stephon Marbury, Vince Carter ile oraya gittik ve kazanabileceğimizi düşündük. Ama iyi takımlara yenildik ve o oyuncuların ne kadar iyi oynayabileceğini gördük. 1998’de oynadığım Dünya Şampiyonası da benim için çok önemliydi. Koç Rudy Tomjanovich’nin takımındaydım ve dünyanın en iyi oyuncularını görebilme şansım oldu. O yıl benim gelişimim için çok önemliydi. Benetton’a geldiğimde birçok oyuncuyu biliyordum. Bodiroga’yı, Panov’u biliyordum. Onlara karşı oynamış veya onların nasıl oynadığını görmüştüm. Onara saygı duydum ve bu durum mütevazı yaklaşmamı sağladı. Avrupa’ya gelip herkese ne kadar iyi bir oyuncu olduğumu göstermek gibi bir düşünce yerine gelip iyi çalışıp mücadele edebileceğimi göstermem gerektiğini anladım. 

İsimden zaten bahsettin. Sürprizimi bozdun ama o 18 yaş altı takımı için ne düşünüyorsun? Orada Florida’dan gelen atletik bir oyuncu vardı. Ve o hâlâ oynuyor.

İnanılmaz. Onunla aynı takımda oynamak, onu tanımak, Duke ve North Carolina mücadelelerinde ona karşı oynamak çok keyifliydi. Vince Carter çok iyi biri. Oyuncu izlerken onunla sohbetlerimiz sürüyor. Memphis ona sahip olduğu için çok şanslı. 40 yaşında bu seviyede oynuyor olabilmek müthiş bir şey.

Ve hala smaç yapabiliyor.

Gerçekten inanılmaz. O doğanın bir harikası. Atletik özelliklerini biliyoruz ama 40 yaşında hala yapabilmesi müthiş.

Frederic Weis üzerinden yaptığı smacı hatırlıyor musun? Sence maç içinde yapılan en iyi smaç o muydu?
Evet hatırlıyorum, evet... Bir olimpiyat maçında bacaklarını 2.18’lik bir oyuncunun başının üzerinden geçirebiliyorsan bu özel bir şeydir. 

Takım arkadaşlarından bahsedelim. En çok birlikte oynadığın oyuncu kimdi?

CSKA'da 6 yılım JR Holden ile geçti ve onunla hala iletişimdeyiz. Beraber çok zaman geçirdik, çok fazla maça çıktık. Moskova'da kışın çok zor zamanlarımız oldu, güneşi çok fazla görmezsiniz ama Moskova’daki ilk 6 yılımda o çok iyi bir arkadaşımdı. Onunla arkadaş olduğum ve birlikte oynadığım için kendimi şanslı hissediyorum. O çok iyi bir oyuncu. Antrenmanlarda beni her zaman daha ileriye taşımıştır. Antrenmanlarda her gün beni ve takımı daha iyiye taşıdı. Hiçbir antrenmanı pas geçmeyen biridir.

Bir şutör olarak, topun elinde olmasını seven JR Holden ile oynamak zor oluyor muydu?

JR topun elinde olmasını sever ama sonunda bir mücadelenin içindedir. O sahada verebileceği her şeyi verir ve aklında sadece kazanmak vardır. Bence takımda böyle bir oyunca sahip olmak önemli. Onun ne yaptığı çok önemli değil bir gün sayı kaydedemiyorsa, defansta elinden geleni yapacaktır. O her zaman maçı kazanmak için oynar, hiçbir zaman bencil değildir ve yaptığı her şeyi takım için yapar.

Ve Rus vatandaşı olup onlarla Avrupa şampiyonluğu yaşadı.

Gerçekten öyle oldu. Harika bir İspanyol takıma karşı attığı sayılarla Avrupa Şampiyonluğu yaşadı. Ama daha önce de dediğim gibi bu onun karakteri. Kendine çok fazla inanıyor, çok çalışıyor ve takımına hep kazanabileceklerini hissettirmeye çalışıyor. Onunlayken her gün antrenmanda, özellikle maçlarda bunu hissediyorsunuz.

Peki sen 1 numaranın kim olduğunu bildin. Peki 2. ve 3. sıradaki ismi biliyor musun?

Gerçekten hiçbir fikrim yok.

Sloven bir oyuncu… Matjaz Smodis.

Mantıklı

En çok oynadığın ikinci oyuncu. Peki onun hakkında neler söylersin?

Onunla CSKA ile sözleşme imzaladığımız o yaz bir araya gelmiştik ilk defa. Harika biri. Tam bir aile adamı. Eşi ve çocukları var ve her şeyi onlarla yapıyor. Aynı zamanda çok çalışkan. Bence NBA'de de oynayabilirdi. 4 numarada savunmayı açabilen üçlükler atan, aynı zamanda alçak postta da oynayabilen, ribauntlara giren ve onun perdelerinden boş çıkabildiğim çok iyi bir oyuncu. Sadece sıralı perdeler değil, ikili oyunda da… Onunla oynamak çok güzel çünkü o da takım her şeyden önce gelir mantığına sahip. Savaşçı ve rekabetçi biri. Onunla aynı formayı giyip beraber oynamak güzel.

3 numara? Tahmin et... Bir ipucu vereyim. CSKA'dan değil.
CSKA'dan değil mi?

Hayır.
Hiç CSKA'da oynamadı mı?

Hayır ama neredeyse 60 yaşına kadar oynadı.
Bilmiyorum.

Andre Miller.
Doğru. Andre 42 yaşına kadar oynadı. Haklısın. Andre harikadır. Onunla geçen zamanda çok keyif aldım. Ve ilişkimizde devam etti. Mesajlaştık. Brooklyn Nets işi olduğunda bana ilk mesaj atan oydu. Hep 40 yaşına kadar oynayacağını söylerdi ve dediğini yaptı da. San Antonio gibi harika bir kulüpte kariyerini gördükçe mutlu oluyorum. Geçtiğimiz yıl play off’ta başarılı olamasalar da harika bir kariyer yaptı. Gerçekten çok iyi bir insan. Çok alçakgönüllü, mütevazı, sessiz… Onunla oynamak büyük bir şans. Arkadaşım olduğu için şanslıyım.

Şimdi geçmiş deneyimlerine dönüp baktığında sence Langdon neden NBA'de daha uzun kalmadı?

Bence bu daha önce de konuştuğumuz gibi zamanın uymaması. Geçmişe dönüp baktığınızda kiminle draft edildiğimi biliyorsunuz. Cleveland'a draft edilmemin nedeni onlarda Shawn Kemp ve Zydrunas Ilgauskas’ın olmasıydı. İçerisi kalabalık olduğundan dış şuta ihtiyaçları vardı. İkinci yıl, ne Kemp ne de Ilgauskas vardı. Ve draft edilmemin nedeni ortada kalmadı. Bu nedenle bana belirlenen rol artık ortada yoktu. Savunmayı açmak ve şutları bulmak için çok çabaladım. Çok iyi olmayan bir takımda rol oyuncusu olmak çok zordur. Benim için durum buydu. Birçok oyuncu kalıp, kamplara gidebilirdi. Ama benim için bir başka yolu denemek, Benetten Treviso’ya gidip sevdiğim oyunu oynamak fikri daha cazip geldi. Cleveland’da 3. yılımda fazla oynama şansı bulamadım. 50-60 maçta ortalama 10 dakika süre aldım. Bundan daha iyiydim ve bir takıma daha iyi yardımcı olabileceğimi düşünüyordum. Benetton bana bu fırsatı verdi.

10 yıldan fazla zaman oldu. NBA’de ne değişti. Özellikle bu yıl istatistikler çılgın bir hale geldi. Bir sürü triple double’lar yapılıyor. Bu günün oyununda ne değişti?

Bence oyuncuların hakkını vermek gerek. Oyuncular çok gelişti. Kurallar değişti ve faul çizgisine gitmenin doğru yolunu buldular. Oyunun temposu çok arttı. Çok atletik guardlar oynuyor ve onların karşısında kalmak çok güç. Chris Paul, Russell Westbrook, Steph Curry… Bu oyuncular yeni oyuna adapte oldu. Şutlarını yaratıyor ve zor şutları sokuyorlar. Takımdaki diğer oyuncuları maçın içine sokuyorlar. İzlemek için eğlenceli bir lig oldu. Ancak teması aza indiren kural değişiklikleri ve dinamik oyun kurucular işi değiştirdi. Oyun tarihinin en iyi oyun kurucuları şuanda oynuyor. Savunmalar için işleri zorlaştırıyorlar. 3 sayı çizgisi ve oyuncuların şut yetenekleriyle beraber sayılar artıyor. Bence oyunun, kuralların yanı sıra yüksek seviye atletizm ve yetenekli oyun kurucuların katkısı müthiş.

Triple double’lardan bahsederken iki eski takım arkadaşın Bob Sura ve Ricky Davis’i anmadan olmaz. O günlerde triple double yapmak kolay değildi. Bazen bunu yapmak için kendi potana şut atman gerekebilirdi. 

Evet, gerçekten geçmişte çok ilginç zamanlar oldu. Yine de çok iyi iki oyuncudan bahsediyoruz. Çok yetenkli ve eğlenceli oyuncular. İlginç karakterler…

Bugünkü görevine, asistan genel menajerliğe dönersek, bir oyuncuda en çok neye bakıyorsun? Joe Dumars bir röportajında, ‘Darko Milicic’ten sonra özellikle Avrupa’dan gelen oyuncuların özel hayatında yaşadıklarına ve alacağımız kişisel bilgilere önem veriyoruz’ dedi. Sizin öncelikleriniz neler?

Bence karakter çok önemli. Birçok zaman oyuncuya sadece bir basketbol oyuncusu olarak bakarsınız. Sert oynar mı, belli özellikleri var mı, topa hakim mi, iyi pas verir mi, şutör müdür, iyi savunma yapar mı, iyi ribaundçı mıdır, hızlı koşar mı, yükseğe zıplar mı gibi konulara bakarsınız. Ama sonunda nasıl bir karakterdir, nasıl bir insan olduğu önemlidir. Kendini takıma adar mı, ilk olarak takımı mı düşünür, bencil midir, çalışkan mıdır, antrene edilebilir mi?... Bu özellikler en az yetenekleri kadar önemli. Bunlar için tıpkı Joe Dumars’ın dediği gibi nasıl bir karakter olduğunu anlamak için bazı bilgilere ihtiyacınız vardır. Nereden geliyor, nerede büyüdü, ailesi kimdir, arkadaşları kimdir?... Bu her zaman kolay değildir. 

Bu tip bilgiler diğer takımlara gittiği zaman ilk takımı tarafından korunur. Bu nedenle bu bilgilere ulaşmak her zaman kolay değildir. Aynı zamanda bu Avrupa’da da zordur. Her takımın kendi sınırları vardır ve oyuncularını korur. Bu bilgiler her zaman önemlidir. 

Zaten söyledin ama bir oyuncuya karakterini öğrenmek için kaç tane soru sorarsın?

Çok… Ama bundan daha önemlisi yanıtlara her zaman güvenemezsiniz. Ne için sorduğunuzu bilirler ve nasıl yanıt verilmesi gerektiğini de… Onların çevresindekilere sormanız gerek, bu bilgileri takım arkadaşlarından edinmelisiniz, koçlarından ya da ailesinden… Bu nedenle bu bilgilere ulaşmak her zaman kolay değildir. 

Neredeyse 100 soruya yakın olduğunu hissediyorum. 

Yakın. Çok soru var. 100 muhtemelen iyi bir sayı.

Şu anda kariyerinde hedefin nedir?

Şu anda Brooklyn Nets için çalışıyorum ve bu organizasyonun parçası olduğum için çok mutluyum. Bu organizasyonu büyütmek için benim ve bizim için büyük bir meydan okuma. Şampiyonluk adayı demeyeceğim ama play off için mücadele eden bir takım yaratmak. Ancak şu anda bir kültür yaratmak istiyoruz. Doğru oyuncuları getirmek ve onları geliştirmek. NBA’deki en kötü takım olmaktan kurtarıp bir play off takımı olmak istiyoruz. Bu ne kadar sürer bilmiyorum ama bu bir süreç. Zaman alacaktır. Sabırlı olmak gerekiyor. Aynı zamanda doğru kararları vermek için mücadele etmek gerek. Bence Kenny Atkinson’ı takımın başına getirerek doğru bir iş yaptık. Özellikle son 1.5 ayda bencil olmayan, kendini adayan ve iyi bir oyun ortaya koyan bir kültür inşaa ettiğini gösterdi. Şu anda yapmaktan hoşlandığım şey bu. Bakalım nasıl gidecek… Hiçbir zaman kendime belli bir hedef koymadım. Ne yapmak istediğimi, kim olmak istediğimi belirlemedim. Önüme gelenlerden doğru seçimler yapmaya çalıştım. 

Senden başka kimse NBA ve Avrupa basketbolu arasındaki karşılaştırmayı daha iyi yapamak. Çünkü sen ikisinde de en üst seviyede oldun. Yıllar boyunca Avrupa basketbolunda ne değişti? Şimdi bire bir oynayan, sorun çözen oyuncuların çok değerli olduğunu görüyoruz. Mike James, Shane Larkin gibi… 5 yıl önce böyle değildi. 20 yıl önce Tyus Edney geldi ve bir kültürü değiştirdi. Neden bire bir oynayan oyuncular neden tekrar daha değerli hale geldi?

Bu iyi bir soru, bence ikisinin birleşimine sahip olmalısın. Büyük maçların bazı anlarında bire bir oynayan oyuncuların olmalı. 5 maçlı bir seride, ne kadar oyunun olursa olsun 4. Maçın sonunda rakibin senin ne oynayacağını biliyor olacaktır. Süre biterken pick and roll savunmasında adam değiştikleri zaman ne yapacaksın? Bire bir oynamaktan başka şansın yok. Bu oyunun bir evrimi. Bence bunun kadro gelişimiyle de ilgisi var. Bazen takımda yeteri kadar silahınız vardır ve bire bir oynayan oyuncuya ihtiyaç duymazsın. Adam değiştikleri zaman akıllı bir oyuncu topu kanada geçirip oradan içeri inmesini sağlayabilir ve savunmayı cezalandırır. Ama tüm bu opsiyonlara ve silahlara sahip değilseniz dripling üstünden skor bulan birkaç isme ihtiyacınız olacaktır. Bu basketbolun bir evrimimi yoksa kadrodaki durumdan mı kaynaklanıyor bilmiyorum.

Avrupa’ya geldiğinde nasıl bir kültür şoku yaşadın? Antrenörün topu nereye vuracağını bile söylediği bir sisteme uymak nasıldı?

İlk yılımda Benetton’da Tyus Edney ile beraberdim ve o daha çok NBA tarzındaydı. Tempoyu yükselten, erken hücum yapan, içeri girip topu dışarı çıkartan ve yaratan bir isimdi. Ama beni esas uyandıran sezon Oktay Mahmuti ile olandı. Bana geçiş hücumunda üçlük atamayacağımı, dripling üzerinden şut atamayacağımı ya da ilk 5 saniyede top kullanamayacağımı söylemişti. Bu benim gözlerimi açtı, çünkü kariyerimde ilk kez biri bana bunları söylüyordu. Geçiş hücumunda boş bir üçlüğü atamamak ilginçti ama saygı duydum. Ama bunu anlamak biraz zamanımı aldı. 

Ama aynı zamanda o sezon senin savunmanı, takım savunmasına katkını arttırdı…

Kesinlikle. Bireysel savunmamda önemli adımlar attım. Oyunu anlamamda yardımcı oldu ve her gün idmanlardaki alışkanlıklar beni daha iyi bir oyuncu haline getirdi. Kariyerimde olmadığım bir savunmacı haline geldiğimi söyleyebilirim. 

Türk hayranlarına bir mesajın var mı?

Türk hayranlarımın desteğini her zaman çok sevdim. Sadece Efes zamanında değil ne zaman geri gelsem bana sevgi gösterdiler. Bunun için çok minnettarım. Burada müthiş bir şehir olan İstanbul’da bir Final Four’u dört gözle bekliyorum. Çok teşekkür ediyorum. Buraya gelip, burada zaman harcamak benim için her zaman çok güzel.

-reklam01-