"Volkan'ın yaptıkları anlamsız"

"Volkan'ın yaptıkları anlamsız"
Genç yaşta Fenerbahçe'ye geldi... Rüştü'nün sarı lacivertli kaleyi elinde tuttuğu dönemlerde Volkan Demirel ile birlikte hep o büyük fırsatı bekledi... Rüştü'nün Barcelona'ya gitmesiyle genç ikiliye gün doğdu... Bir Recep bir Volkan derken ibre biraz Volkan'a kaydı... Ve Rüştü'nün geri dönmesiyle de Recep artık 3. yedek olmak istemediğini söyleyip yıllardır emek verdiği Fenerbahçe'den ayrıldı...

Bu ayrılık kötü olmadı... Recep hala Fenerbahçeli taraftarların sevdiği bir isim... Kendisinin de açıkça dile getirdiği bu gerçek, ileride yeniden Fenerbahçe'ye dönmesi ihtimalini de kuvetlendiriyor... Recep geçen sene Oftaş'ta gösterdiği başarılı performansı yeni adıyla Hacettepe'de de sürdürüyor.
 
Başkent Gündemi'nde bugünkü konuğumuz Recep Biler. Recep ile hem kendisini hem de Fenerbahçe'yi konuştuk... Ona son dönemlerin en çok tartışılan isimlerinden Volkan Demirel'i sorduk. Ne de olsa bugün Volkan'ı en iyi tanıyan isimlerden biriydi o. Bir bakıma yıllarca kader ortağı olmuşlardı, daha sonra büyük bir mücadeleye girmişlerdi. Ama o dönemde bile aynı takıma hizmet ettiklerini unutmamış, kaleyi ele geçirme savaşını takımlarının başarısına zarar getirecek boyuta vardırmamışlardı...
 
Bir dönem birbirlerine çok yakın olan iki isimden Recep, eski takım arkadaşını hem eleştirdi hem de sahip çıktı. Volkan'ın son dönemde en kritik maçların en kritik anlarında anlamsızca gördüğü kırmızı kartları yorumlarken hem doğru bildiğini dile getirdi, hem de Volkan'a haksızlık yapılmaması gerektiğini söyledi.
 
İşte Recep Biler'in Ligtv.com.tr Haber Müdürü Erdem Erol'un sorularına yanıtlamaları:
 
İLK SORUDA ŞAŞKINLIK...
-Recep neler yapıyorsun, Ankara’da günlerin nasıl geçiyor. Bir futbolcunun hayatı genelde antrenmanlar, kamplar ve maçlarla doludur ama, bunların dışında neler yapıyorsun?
(Recep soruyu duyar duymaz kayıt cihazına uzandı, kapattı ve "Ne yani futbol konuşmayacak mıyız?" diye sordu.)
 
-Soruları ben soracağım zannederken, sen sordun. Neden şaşırdın? “Ne tarz bir röportaj olacak, futbolu konuşmayacak mısın?” diye sordun.
Sadece futbolla ilgili düşündüğüm için, direk böyle bir soru gelince ondan şaşırdım.
 
“MEMUR GİBİYİM”
-Ben de futbolun dışından başlamak istemiştim.
Takımdaki herkes bilir. Çok fazla birşey yapmıyorum. Yalnız yaşadığım için genelde alış veriş merkezlerine gidiyorum. Vakit bulursam sinemaya gidiyorum. Çoğu vaktimi evde geçiriyorum.
 
-Genel anlamda Ankara’yı, kulübünü, tesisleri, arkadaşlarını nasıl değerlendiriyorsun?
Ankara, İstanbul ve İzmir’den çok daha farklı. Bir denizin olmayışı, diğer yaşadığım yerlere göre farklı. Buraya tabir-i caizse memur şehri diyorlar, hayat hakikaten de öyle. Saat 22.00’den sonra burada hiçbir şey olmuyor desem yeridir. Çıkıp bir şeyler almaya kalksam gece 22.00’den sonra kolay kolay birşey bulamıyorsun. Onun sıkıntısını yaşıyoruz.
 
-Kendini de memur gibi mi hissediyorsun?
Yanii, aynen (Gülüyor) Alış veriş merkezleri de 22.00’de kapanıyor ve eve gitmek zorundasın. Çok fazla bir şey yapmıyorsun, zaten çok fazla gece takılmayı da sevmediğim için aynen memur gibi yaşıyoruz. Antrenmandan eve, evden antrenmana o şekilde. Tesislerimiz hakikaten çok güzel, Türkiye’de belki sayılı tesislerden biridir. Takımda arkadaşlık müthiş zaten, başarı da bundan kaynaklanıyor diye düşünüyorum.
 
(Recep bu sırada sürekli fotoğraf çeken Erdem Erol’a “Sen öyle resim çektikçede ben ne yapacağımı şaşırıyorum” diyor ve ardından devam ediyor)
 
Bir takımda arkadaşlık dostluk varsa orada mutlaka başarı geliyordur. Biz de bunun en güzel örneklerinden bir tanesiyiz. Hakikaten takım içinde çok güzel bir dostluk var, sadece saha içinde değil, saha dışında da öyle.
 
“OFTAŞ’A GELİRKEN ENDİŞELERİM VARDI”
-Her şehrin özelliği, kültürü farklılıklar gösterir. Ankara için memur şehri derlerdi, öyleymiş dedin sen de mesela. Buraya gelirken endişelerin var mıydı?

Ankara’ya gelirken endişelerim vardı ama şehir açısından değil. Şehir benim için çok önemli değildi. Ankara olmayabilir, farklı şehir de olabilirdi. Ama takıma gelirken farklı düşünceler içindeydik. Lige yeni çıkmıştı. Lig tecrübesi olmayan bir takımdı. Baktığınızda birlikte oynayan oyuncu sayısı beş taneyi geçmiyordu. Bunları gözönüne aldığınız zaman hakikaten  buraya çekinerek geldik. En ciddi lig tecrübesi olan insan bendim burada. Yaş olarak da en büyüklerden bir tanesi bendim. Ama takıma geldikten sonra, özellikle Kartepe kampından sonra takım hakkındaki düşüncelerim değişti. Bu takımla başarılı olamamamız için hiçbir neden yoktu. Hakikaten çok sağlam, çok genç, çok dinamik, çok koşan, çok mücadele eden bir takım vardı. Başarılı olmak için de çok fazla şey gerekmiyordu. Ekstra yıldız futbolcu gerekmiyordu. Takım çok koşuyor çok mücadele ediyordu. Kafamdaki o düşünceleri yavaş yavaş ve tamamen attım. Ama dışarıdan tepkiler geliyordu bu sefer. İşte “Oftaş gibi bir takıma niye gittin, lige yeni çıktılar” diye küme düşecek ilk takım olarak bizi gösteriyorlardı. Ama öyle olmadı, biz çıktık, elimizden gelen mücadeleyi sahada sergiledik ve bu ligde kalıcı olduğumuzu, olacağımızı gösterdik.
 
“OFTAŞ’I SAMİMİYETİ İÇİN TERCİH ETTİM”
-Oftaş gibi bir takıma niye gittiğini sorduklarında bunun cevabını kendine vermiş miydin?
O dönemde çok fazla seçeneğim yoktu. Oftaş lige çıkmadan önce de bana Gençlerbirliği Kulübü’nün kapısı açıktı. O dönemde özellikle Cem Onuk’la devamlı görüşüyorduk, hem menajerim aracılığıyla, hem kendisiyle. Karşıyaka’da Cem abiyle beraberdik. Buranın kapısı bana her zaman açıktı. Bir de Oftaş lige çıkınca bir anda 2 kapı bana açılmış oldu. Bunun bilincindeydim ama o dönemde Fenerbahçe’den ayrıldıktan sonra bonservisim elimdeydi, biz daha farklı yerlere gidebilir miyiz, kendimizi daha gösterebileceğimiz bir yer olabilir mi diye görüşmelerimiz olmuştu. Ama bu görüşmelerimizde Gençlerbirliği Oftaş Kulübü’nün samimiyeti gibi o tekliflerde samimiyet göremedik. Ben de burayı tercih ettim, iyikide tercih etmişim.
 
“F.BAHÇE’YE DÖNME ŞANSIM VAR”
-Hangi duygularla Fenerbahçe maçlarına çıkıyorsun?

Bunu ben geçen sene özellikle daha yoğun yaşadım. Geçen sene ilk maçta Fenerbahçe’ye karşı oynama şansı bulamadım. İkinci maçta Şükrü Saracoğlu Stadı’nda hakikaten yoğun bir duygu vardı. Çünkü uzun bir aradan sonra tekrar o sahaya çıkmak, o çimlere basmak çok farklı bir duygu. Bir de sahaya çıktığım anda taraftarların bana karşı olan alkışları, tezahuratları beni hala sevdiklerinin göstergesidir diye düşünüyorum. Sonuçta ben oradan ayrılırken iyi şekilde ayrıldım, çünkü oraya dönme şansım var sonuçta. Taraftarın da bana o tezahuratları ister istemez seni duygulandırıyor. Oradaki maçta çok yoğun yaşadım ben bu duyguyu. Bu son maçta biraz daha profesyonel düşündüğümüz için bir de kendi sahamızda oynadığımız için o duygulardan biraz daha uzaktım.
 
“VOLKAN’A DA CAN’A DA ÜZÜLDÜM”
-Ama galip gelmek çok güzeldi değil mi?

Tabi. Bu Fenerbahçe’ye karşı ikinci maçımdı. İlk maçta yenilmiştik. Buradaki maçta 1-0’dan 2-1 galip geldik. O ayrı bir mutluluk veriyor.
 
-Birisi atacak, birisi tutacak. Bu işin temeli bu. Çok iyi bildiğin bir isimi soracağım, Can Arat. Çok şanssız bir top oynadı. Sen galip geldiğinize sevindin ama Can adınada üzüldün herhalde.
Can adına artı Volkan adına da üzüldüm. Can’la orada kaldığım süre boyunca beraberdik, Volkan’la 4 senemiz geçti. Uzun yıllarını paylaşmış olduğun insan sonuçta sahada ne kadar rakip de olsak ki saha içinde tamamen profesyonel düşünüyorsun, tamamen kazanmak için kendini maça veriyorsun ama tabi bu tarz galip geldikten sonra, yani rakibin yapmış olduğu hatalardan sonra ve karşındaki insan uzun yıllar beraber oynamış olduğun bir insansa maçtan sonra ister istemez üzülüyorsun yani. Maçtan sonra Can’la da Volkan’la da konuştum. Hakikaten bir futbolcu için çok şanssızlık. Zeminin de bunda payı var, sonuçta biz de o sahada yeniydik. Aynı hatalara düşebilirdik.
 
“VOLKAN’IN HAREKETLERİ ANLAMSIZ; AMA...”
-Volkan geçen sene Galatasaray’la oynanan maçta Lincoln’le girdiği diyalogda kart gördü. Ardından Avrupa Futbol Şampiyonası finallerinde Koller ile bir olay yaşadı ve kart gördü. Sizin maçta da benzer bir durum yaşadı ve kart gördü. Volkan’da bunu sıkça gözlemlemeye başaldık. Senin gözleminin, değerlendirmen nasıl? Sence neden bu tür hareketlerde bulunup takımını eksik bırakmak gibi bir dururm içerisinde olabiliyor?

Bu 3 tane kırmızı kartın açıklaması kesinlikle olamaz zaten. Buna bir açıklama getiremezsin. Ama Volkan’ı orada en iyi anlayacaklardan bir tanesi benim. Çünkü onu hissedebilmeniz için kaleci olmanız lazım. Ya bu mesleği yapmanız lazım ya da o an orada olmanız lazım.
 
Galatasaray gibi bir rakip karşısında son dakika ve 2-1 yenik duruma düşünüyorsunuz. Lincoln’un kale içine girip topu oradan çıkarması, tamam Volkan’a hiçbirşeyi yok ama, o topu oradan çıkarmakla tamamen Volkan’a hakaret etmiş olarak düşünüyorum. Çünkü ben de olsam orada aynı tepkiyi gösterir miydim ama niye öyle yaptığını ben de anlayamadım. Lincoln’ün gidip 2-1’den sonra, artık maç bitmiş neredeyse, topu oradan çıkarması için küfür etse daha iyidir diye düşünüyorum. Ama Volkan’ın da kendini tutup, kendine hakim olması gerekiyordu. O maçın atmosferiyle bir kart gördü.
 
İkincisi milli takımda oynadığı maç. Sonuçta 2-0 mağlubiyetten 3-2 öne geçiyorsun ve Koller’le bir diyaloğa giriyor. Artık 3-2 öne geçmişsin, artık maç bitsin, orada Koller küfür de etse, gelip ona yumruk da atsa yapmaman gerek.
 
Bizim maça gelince, yapmış olduğu hareketten dolayı ilk sarı kartı gördü. Bizim penaltıyı auta atmamızdan sonra hakeme gidip “Yukarıda Allah var” dedi. O da sarı kartı gösterdi.
 
Volkan kalitesindeki, Milli Takım’da, Fenerbahçe’de bir yere gelmiş bir insanın bu şekilde çok basit kartlar görmesini, ben anlamsız diye düşünüyorum. Ama saha içinde bazen öyle bir atmosfer oluşuyor ki tamamen herşeyi unutuyorsun, bazı şeylerin farkında bile olmuyorsun. O saha, konsantre çok farklı bir şey. Bizim de başımıza gelebilir.
 
“BUNLAR HERKESİN BAŞINA GELEBİLİR”
-Siz kaleciler kendi aranıza konuşuyor musunuz hiç bunları?
Kart görmemek için tabi ki böyle bir konuşma yapmıyoruz ama görmemek için özellikle mesela ben sahaya çıktığım zaman çok agresifimdir, bu 2-3 sene önce daha yüksekti, buraya geldikten sonra biraz daha kendimi tutmaya çalışıyorum. Bu biraz sahadaki duruşunla alakalı. O an çok farklı. Onu yaşamak lazım, sahada olman lazım onu hissedebilmen için. Tamamen kendini kaybediyorsun. Mutlaka kazanmak istiyorsun, özellikle kaleciysen gol yemek istemiyorsun, gol yemişsen, takımın mağlupsa bazı şeyleri, ipleri kaçırabiliyorsun. Onunla alakalı diye düşünüyorum. Yani herkesin başına gelebilir böyle şeyler. Ama biraz daha sakin olmamız gerekli diye düşünüyorum.
 

 
“19 YAŞINDA FENER’E GELDİM”
-Futbola başladığın zamanlarda ve ardından her geçen gün, ay, yıl bir hedef  koymuşsundur kendine. Ardından Fenerbahçe’ye geldin. Şimdi Oftaş’dasın. Bundan sonrası için neleri hedefliyorsun, nelerin özlemini çekiyorsun, hangi duyguları yaşıyorsun?

Dediğin gibi herkesin küçüklükten itibaren bir hayali vardır. Benim de hayalim 3 büyükten bir tanesinde oynamaktı.Bunu erken yaşta gerçekleştirdim. 19 yaşında Fenerbahçe’ye geldim, 5 sene oynadım. 3 tane şampiyonluk yaşadım. Çok güzel günlerim oldu.
 
-Ve oynadın da.
Evet 2003-2004 sezonunda oynadım.
 
“ARTIK İLK HEDEF MİLLİ TAKIM”
-Şampiyonlukta katkın var yani.

O dönemde 14 maç oynadım. Geri kalan maçlarda kadrodaydım. Son maçlarda Volkan oynamıştı. Oynadığım maçlarda bizim de katkımız vardır herhalde. 3 tane şampiyonluk yaşadım ve bir çok futbolcunun yaşamak istediği, bir yere gelmek istediği noktadır o, Fenerbahçe’de oynamak ve orada şampiyonluklar yaşamak. Ben bunları erken yaşta gerçekleştirdim. Şu anki hedefin ne dersen, en başta Milli Takım. Buna da çok yaklaştığımı düşünüyorum. İnşallah bu hedefime çok geçmeden ulaşacağım. Özellikle geçen sene çok iyi performans sergiledim. En kısa zamanda Milli Takım hedefimi gerçekleştireceğim. Ondan sonra her futbolcu gibi benim de Avrupa hedefim var. Olur mu olmazmı orasını bilemiyorsun ama öncelikle Milli Takım.
 
“ŞİMDİ F.BAHÇE’DE OLSAM ÇOK FARKLI OLURDU”
-Bir futbolcunun genç yaşta bazı hedefleri yakalamış olması, sonrası için zaman zaman sıkıntı yaratıyor mu?

Benim için oldu. Ben o zaman çok gençtim, 19 yaşındaydım. Serhat ile birlikte takımın en genç futbolcusuydum. Serhat biraz daha kuvvetli gelmişti benden. Sonuçta Almanya’da oynamıştı ve o döndemde Ümit Milli Takım’da oynuyordu. Ben 3. Lig’den Fenerbahçe’ye geldim. Yani çok fazla şans bulamıyorsun. Ben şansı bulabilmek için 3 sene bekledim. Ama ben o 3 seneyi farklı takımlarda, farklı liglerde oynayarak, tecrübe kazanarak geçirip ondan sonra Fenerbahçe’ye gelseydim çok daha farklı olurdu. İşte böyle erken yaşlarda giden futbolcular için, özellikle de İstanbul gibi bir yere gidiyorsan hakikaten çok zor. İstanbul hayatı, İstanbul’daki şartlar hakikaten genç futbolcu için ve İstanbul’a ilk defa giden insan için çok zor. Ben bunun zorluklarını çektim, bunun sıkıntılarını yaşadım. Ama şans gelmedi mi geldi. Dediğim gibi 3 sene hatta 4 sene bekledim o şansın bana gelmesi için. Ama geldiği zaman da ben çok hazır olduğumu düşünmüyorum. O 3-4 sene çok farklı kulüplerde, liglerde geçirip, sonra Fenerbahçe’de olsaydım, o şans bana o zaman gelmiş olsaydı, ki mesela şu anki halimle o şans bana gelmiş olsaydı, çok daha farklı olurdu.
 
GENÇLİKTEKİ BEŞİKTAŞLILIK İTİRAFI...
-19 yaşında Fenerbahçe gibi bir kulübe geliyorsun. Ciddi anlamda bir başarı aslında bu. Peki şu an için 19 yaşında transfer olduğun Fenerbahçe’yi mi tutuyorsun, yoksa başka bir takımımı tutuyordun?

Ben Fenerbahçe’ye geldiğim ilk gün ve imza attığım ilk gün. Turgutlu gibi küçük bir yerden geliyorsun Fenerbahçe’ye, yani hayatımda kamera görmedim dersem yeridir. 2000 yılıydı, Celil abi, Soner Keleş ve ben birlikte imza atmıştık. İnanılmaz bir basın ordusu vardı. İmzayı attıktan sonra 20-30 tane mikrofonu bize doğru tutup, işte bana bu soruyu sormuşlardı. “Fenerbahçe’ye gelmeden önce hangi takımı tutyordun?”. O dönemde bana böyle bir soru sorarlarsa gerçeği söyle demişlerdi. Ben de o dönemde cahillik mi diyelim, yoksa doğruyu mu yaptım artık tam bilmiyorum. O döndemde Beşiktaşlıydım ben, çocukluk takımım Beşiktaş’tı. Bana sorulduğunda, Beşiktaşlı olduğumu söyledim ve ertesi gün bütün gazetelerde, “Recep Beşiktaşlı çıktı” diye yazıldı. Şu an hangi takımı tutuyorsun dersen, şu an Hacettepe’de oynuyorum. Burası için ter döküyorsun, burada para kazanıyorsun, şimdi Hacettepe benim için ilk planda ama Fenerbahçe’ye karşı içimde duygular var. Duygular özellikle Şampiyonlar Ligi maçlarında daha ön plana çıkıyor. Ama dediğim gibi profesyonel bir futbolcuyuz, her an her yerde olabiliriz.
 
 
Erdem Erol
Ligtv.com.tr Haber Müdürü
[email protected]