Kaleci ve intiharın kıyısındaki hayat

Kaleci ve intiharın kıyısındaki hayat
Kendini pervasızca topların ve tekmelerin önüne fırlatıp duran adamın, sonra bir gün son hız gelen trenin önüne atlaması... Öğrenilmiş refleksin kontrolden çıkması, sanki. On bir oyuncudan biri intihar edecekse, kaleciden beklersiniz bunu. Kamikazeler değil midir onlar? Kale çizgisi, kalecinin trapezi değil mi?

 
Ruh durumu bakımından da olağan şüphelidir kaleci. 20. yüzyılın başlarından kalma Britanya atasözüdür: ‘Her kaleci ya doğuştan delidir ya kalecilik yapa yapa delirmiştir.’ Diğer oyuncular koşarak, topa vurarak hırslarını çıkarır, istim boşaltırken, kaleci maçın gerginliğini içinde büyüterek, dakikalarca hiçbir şey yapmadan beklemek zorundadır. Üstelik her an tetik durarak. Sonra malûm, trapezde harikalar yaratırken bir kere ayağı sekiverse, her şeyin bitecek olmasının feci baskısı... Uzatmayayım, Fikret Doğan pazar günkü Taraf’ta şahane anlattı kalecinin ontolojisini.
 
KAHN'IN ZIDDIYDI
Kariyerinde hayranlık uyandıran bir ‘geri dönüşü’ başarmış olan 32 yaşındaki Robert Enke’nin hayatı bırakıp gitmesinin arkasında, kaleciliğin olağan stresinin ötesinde bir şeyler olmalı. Küçücük kızını kaybettiği biliniyor, depresyonundan söz ediliyor. Medya, hayatının her köşesini didik didik etmek üzere hücuma geçti hemen. Fenerbahçe’deki kâbus günlerinde onu hemen harcamış olan Daum, ‘O sıra bana hiçbir zaman açıklayamayacağım bir şey söylemişti’ sözleriyle en müstehcen merakları gıcıklayarak, hatırasını da harcadı Enke’nin. Has futbolseverler, internet forumlarında, medyanın özel hayat dikizciliğine lânet yağdırıyorlar. ‘11 Freunde’ dergisi, internet sayfasında şu başlığı attı: ‘Üzerine konuşulamayacak şeyler hakkında, susmak gerekir’. Her nevi mutlaklık iddiasıyla boğuşan filozof Wittgenstein’ın sözü.
 
Enke’nin özel hayatına değil kamusal hayata bakmak gerektiğinde ısrar edenler de var. Bundesliga’nın, genel olarak profesyonel futbol ortamının gitgide kıyıcılaşan stresine dikkat çekenler. Evet, Enke’nin ve her bir insanın trajedisi biriciktir; ama o gladyatör düzeninin mümessillerinin ıslık çalarak uzaklara bakmasına da göz yummamalı.
 
Hele, Robert Enke’nin gladyatör töresine kendi tarzında meydan okuyan, farklı bir profesyonel olduğu düşünüldüğünde. Enke, Oliver Kahn’in çizdiği imgenin zıddıydı. Kahn, sanki yaradılıştan zırhlıydı; çelik sinirli, saldırgan, ürkütücü kalecinin timsali.  Enke ise, agresif jestlerden uzak, hatta basbayağı halim selim bir kalecinin de mesleğinin bir numarası olabileceğini ispatlamıştı. Fikret Doğan’ın da işaret ettiği gibi, takımda rekabetin değil herkesin birbirine güven duymasının performansı yükselteceğine inanıyor; belki daha doğrusu, o yolla yükseltilmiş bir performansı istiyordu.
 
O BİR ENTELEKTÜELDİ
Enke’ye ‘entelektüel’ denmesi boşuna değil. 2008 Aralık’ında verdiği uzun mülakatta söylediklerinden bir iki parça, onun kendine ve dünyasına bakışındaki olgunluğa delildir: ‘İşimi çok seviyorum ama işin etrafındaki tantanaya ve futbolun medyadaki ikincil tezahürlerine alışmak için özel bir çaba lazım. Habire meslektaşlarımdan birisinin arkasına nasıl teneke bağladıklarını okumak bana neredeyse tensel bir acı veriyor. Öte yandan profesyonel futbolcu olarak çok para kazanıyorsunuz, bundan ötürü işte belki hakkında böyle pisliklerin yazılmasına katlanmak gerekiyor.’ ‘Profesyonel futbolun havasını bir kez soludun ve bu hayatın tadını aldın mı, vazgeçemiyorsun.’ ‘Bir maç kaybettiğimde yine canım sıkılıyor. Fakat bir yenilgi birkaç yıl öncesine kadar bir haftamı mahvederdi, artık sadece iki gün.’ ‘Yıllar geçtikçe tribüne oynamaktan uzaklaşıyorsun. Bugün, 90 dakika fazla iş çıkmazsa memnun oluyorum. Eskiden kaleye çok top gelsin ki parlayayım isterdim.’
 
"SADECE ÜZÜLMEK İSTİYORUM"
İnternet forumlarında yazanlardan birisi şunları demiş: ‘Tren ne hızla gidiyormuş da veda mektubunu nereye bırakmış da, intihar sebebi tam olarak neymiş de... bugün bunların hiçbiriyle alâkadar değilim, yarın da olmayacağım. Bunları hiç istemiyorum. Yalnızca üzülebilmeyi istiyorum ben.’ Ruhumdan konuşmuş... Geçen haziran, Gençlerliler olarak yaşadığımız küme düşme korkusu vesilesiyle yazmıştım... Ben de, sahici felâketlerin yokluğunda trajedi mecazının tepe tepe kullanıldığı sıradan, gündelik futbol yıkımlarında bile, her şeyden evvel bunu isterim: Salimen üzülebilmek...