-Teknik adam olarak yapınıza baktığımız zaman siz genelde maç öncesi ve sonrası oyunu konuşan bir insansınız.
Evet.
“OYUNCULARIMI GERGİNLİKTEN UZAK TUTUYORUM”
-Oyuncunuzu ve oyunu konuşuyorsunuz. Diğer etkenleri çok fazla koz olarak kullanan, kılıf arayan cümlelerinize ben rastlamadım. Kafanızda ne kuruyorsunuz, oyuncularınızın beynine bunu nasıl yansıtıyorsunuz. Ama sahaya çıktığında hakemin başlama düdüğüyle beraber herşey artık futbolcularda oluyor.
Bizim işimizde mazeret diye bir şey söz konusu değil. Eğer biz sezon öncesi hazırlıklarımızı iyi yaparsak, plan ve programda sapmalara uğramazsak, lig başladıktan sonra bir takım olumsuz tabloların içinde sığınıp da mazeret üretmek, bize yakışmaz. Biz bu oyuncu grubuyla sezon sonuna kadar bu ligi götüreceğiz. Eksik oyuncu, sakat oyuncu, formsuz oyuncu. 26 kişilik geniş bir kadromuz var. Oynayan oyuncuya da oynamayan oyuncuya da eşit davranıyorum. Bu konuda onlara bir haksızlık yapmak istemiyorum. Ben oyuncuya her zaman şunu ifade ediyorum. Maçların bir savaş olmadığını, ölüm-kalım meselesi olmadığını, hayatın bir türlü netice iyi ya da kötü olursa devam ettiğini ifade ediyorum. Yani bir takım sıkıntılardan, stresten uzak tutmaya çalışıyorum. Bu konuda hep de dengeli olmaya çalışıyorum. Yani yenildikten sonra oyuncuma karşı sert bir tavır sergilemektense, çizgimi hiç bozmadan yensek de yenilsek de, özellikle motivasyon konusunda onları pek fazla sıkmadan maça hazırlamaya çalışıyorum. Çünkü futbolda şu gerçeği biliyorum. 3 tane netice var. Eğer biz çoğu sonuçları olgunlukla karşılayabiliyorsak, ben özellikle oyuncularıma bunu işlemeye gayret ediyorum, bu konuda çaba sarfediyorum. Belki bizim toplantılarımızın büyük bir bölümünde maçtan ziyade konuşmamın başında söylediğim gibi onları hayata hazırlamak, maç öncesi veya sonrası verecekleri beyanatta, röportajlarda çok olgun davranmaları gerektiğini, her yenilgiden sonra bir takım mazeretler uydurup hakeme, taraftara ya da hava şartlarına neticeyi bağlamamak gerektiğini söylüyorum. Ama şöyle tepki alıyorum, özellikle maçlardan sonra oyuncumun ne türlü konuştuğunu, ne yaptığını ne ettiğini ben de merak ediyorum. Ben de televizyon izliyorum ki verdiğimiz mesajları doğru alıyorlar ki doğru şekilde karşı tarafa empoze ediyorlar. Bu beni sevindiriyor. Yani takımı gerginlikten tamamen uzak tutmaya çalışıyorum. Yendik yenildik, herşeyin 24 saat yaşanması, üzülsek de 24 saat üzülüyoruz, sevinsek de 24 saat seviniyoruz.
-Bunlar hem saha içi hem saha geçerli.
Aynen öyle. Antrenmanlarımızda da bu çok önemli bizim için. Ben özellikle antrenmanlarda temponun çok yüksek olmasını istiyorum. Sadece bir iş yapıyoruz. İşe odaklanmamız şart bizim. Konuşmaktan ziyade iş üretmek lazım. Bir takım antrenmanda olsun, maçta olsun, başladı bitti... Bittiği zaman gönül rahatlığıyla soyunma odasına gelebilmeli. Sonuç ne olursa olsun. İyi terlemişsek, iyi iş yapmışsak sahada, zaten bunları olumlu yönde sahaya yansıtabilirsek netice de olumlu oluyor. Onun için bizde kavga gürültü, çekişme falan kesinlikle yok.
-Teknik direktör olarak bu düşünce ve duygular içindesiniz bunları futbolcularınıza aşılıyorsunuz. Anladığım kadarıyla da futbolcularınzıdan bunların geri dönüşümünü pozitif olarak alıyorsunuz.
Kesinlikle, kesinlikle.
“HAKEMİ DEĞİL KENDİLERİNİ SORGULASINLAR”
-Ama bu kadar pozitif düşünceler yöneticiler tarafından doğru algılanıyor mu? Algılanıp, uygulanabiliyor mu? Çünkü deyim yerindese kelle almak çok basit.
Şimdi ben Anadolu’nun çeşitli takımlarında ama yardımcı hoca olarak ama teknik direktör olarak bulundum. Her kulübün her şehrin yapısı çok farklı. Ama biz her şehrin yapısına ya da her yöneticinin tavrına göre kendi karakterimizi değiştirecek durumda değiliz. Özellike ben Osman Özdemir adına böyle konuşuyorum. Bugün neysem, bundan sonra da aynı şekilde davranmaya gayret edeceğim. Çünkü Türkiye’de birşeyleri değiştirmemiz lazım diye düşünüyorsak, birilerinin bunda adım atması lazım. Ben de bu adımı atıyorum. Küme düşmeyi, yenilgileri ya da şampiyonlukları vatan millet sakarya edebiyatına dökmeden bunun bir spor ve eğlence olduğunu anlatmamız lazım. Yıllardır maç kaybediliyor, bakıyorum futbolcular ya da antrenör arkadaşlar, hakemi suçluyorlar. Ya da saha kötüydü, taraftar bilmem ne yaptıydı... Hayır, açıkcası ben ve oyuncularım bunlara sığınmadan mertçe biraz da hatanın kendimizde olduğunu ifade ettik her zaman. Şimdi hakem arkadaşlarımız, ben bu konuda özellikle dikkat ediyorum. 5-0 yeniliyor, antrenör arkadaşımız çıkıyor diyor ki, “Maçı hakem katletti”. Ya insan önce kendini biraz sorgulamalı. Kendine sorduğu sorunun cevabını verebiliyorsa zaten mesele ortadan kalkıyor. 5-0’lık neticede hakeme yüklenmeninde açıkcası pek anlamı yok. Diyelim ki var. Ama onları da yargılayan bir müessese zaten var. Bizim ikide bir çıkıp onları basının önüne ya da spor kamuoyunun, taraftarın önüne atıp da yem yapmaya hakkımız yok. Ortalama 100-200 düdük çalıyorlarsa, çalmış oldukları yanlış bir düdüğü biz değerlendirip hakem arkadaşlarımızı da kötü posizyona sokuyoruz. Ben bunlardan uzak duruyorum. Her maç sonrası hakemlerle ilgili eleştiri yapmamaya gayret ediyorum. Ki biz böyle davranırsak mutlaka onlar da stresten, kavgadan uzak durunca çok daha sağlıklı maç yöneteceklerdir.
“HAKEMLER HATA YAPABİLİYOR; AMA HER TAKIMA...”
-Çoğu kişi feryat eder, “Hakemlerden canımız yandı” diye. Peki sizin hiç canınızın yandığı olmuyor mu?
Olmaz olur mu, geçen yıl full bir sezonu geçirdim. Ama sezon sonunda baktığım zaman herşeyin eşit ve dengeli şekilde dağıtıldığını görüyorum. Yani bugün bana haksızlık yapıldıysa, ertesi gün bakıyorum benim rakibime haksızlık yapılmış. Yani her şey dengeli gidiyor. Burada ben-sen meselesi değil yani. Hakem arkadaşlarımızı biraz rahat bırakmak lazım.
-Yani şöyle bir gerçek mi var. Dağıtımda, yanlış da doğru da adaletli oluyor.
Kesinlikle. Şimdi hakem arkadaşlarımıza bakıyorum. Çoğunu maçlarımızı yönettikleri için tanıyorum. Ama özel hayatlarında hiç birisini tanımıyorum.
“HAKEMLERLE DAHA YAKIN OLMALIYIZ”
-Keşke tanıma imkanınız olsa.
Zaten en büyük sorun burada. Öyle bir organizasyonlar yapılmalı ki yılda bir ya da iki kere biz bu arkadaşlarımızla oturup sohbet etmeliyiz. Ne olursa olsun onların karakterleriyle ilgili, yapılarıyla ilgili bir takım doneler alabiliriz o muhabbetlerimizde. Ama malesef bu yapılmıyor. Mesela ben Selçuk hocayla Ankara’da bir muhabbette bulundum. Çok farklı, çok yakın, çok samimi. Bizim maçımızı veya herhangi bir takımın maçını yönettiğinde hiçbir art niyeti olmayacağını ben anladım. Mesela daha sonra bizim maçlarımıza geldi. İyi düdük de çaldı, kötü düdük de çaldı ama şunu biliyorum, samimi olduklarını düşünüyorum. Niçin benim hakkımda kötü düşünsün ya da kötü düdük çalsın. Bizim oyuncumuzu tanımaz, takımımızı tanımaz, beni tanımaz, bütün hakemler için konuşuyorum. Bizimle ilgili ne art düşünceleri olabilir ki. Bu konuda bir organizasyon eksikliği var. Bence her maç öncesi her iki takımın teknik direktörleri hakem arkadaşlarımızın odasına gelip bir 5-10 dakika muhabbet etmeliyiz yani.
“HAKEMLERİN HEPSİ PIRIL PIRIL İNSANLAR”
-Hocam denk geldi. Selçuk hocayla bir röportajım oldu. Aynı sizin dediklerinizi gündeme getirdik. “Hakemle futbolcu, hakemle teknik direktör arkadaş olamaz mı? Mesela Selçuk hocayla ben çocukluk arkadaşıyız. Ama o hakem oldu, ben ise futbolcu oldum. Artık görüşemeyiz gibi bir saplantı var Türkiye’de” dedim.
Bizim bir ortamda bulunmamız lazım hakem arkadaşlarımızla. Hepsi pırıl pırıl, hepsi çok değerli insanlar. Aslan gibiler, civa gibiler. Süper Lig hakemi olduysa bu arkadaşlar, boşuna buraya gelmemişler. Bir takım elemelerden, bir takım sınavlardan geçip, maç yönetme hakkı elde ediyorlar. Bu hakem arkadaşlarımız kötü maç yönetmek isterler mi? Ya da Süper Lig hakemliğinden aşağıya düşmek isterler mi? Bunların verimli olabilmesi için biz teknik adamların, futbolcuların, yöneticilerin, hakem arkadaşlarımızla ilgili açıklamaları çok önemli. Her zaman pozitif düşünmeliyiz biz.
“HAKEMLER BİZDEN DAHA OLGUN”
-Teknik direktör, yönetici çıkıp hakemi çok rahat eleştiriyor. Peki hakem de çıkıp dese ki, “İyi de senin takımın çok kötü oynaDı. Maça doğpru dürüst hazırlanmamış. Sen de takımını maça hazırlayamamışsın. Futbolcu boş kaleye topu atamadı. Kötü oynadı. Sende kötü teknik direktörsün” dese ne olacak?
Bu konuda hakem arkadaşlar çok büyük olgunlukta davranıyorlar. Ama aynı olgunluğu biz teknik adamlar ve futbolcular göstermiyoruz.
-Bu kadar kısa, net ve doğru.
Evet.
“FENER’İ YENDİK AMA BİZİ ÖVMEDİLER”
-Osman hocam, geçen sene güzel bir sezon geçirdiniz. Takım olarak beğeni topladınız. Bu sezon da Hacettepe adıyla Fenerbahçe’yi yendiniz. Böyle maçlardan sonra gündeme gelmek bir sıkıntı yaratıyor mu, yoksa bunu bir motive olarak kullanabiliyor musunuz?
Tabii ki büyük takımlarla oynarken o hafta spor kamuoyunun ilgisi faha farklı oluyor. Fenerbahçe’yi yenmemize rağmen, Hacettepe’nin iyi oynadığını yazdıklarını pek görmüyorum açıkçası. Ama bu bir renk meselesidir. Hak da vermiyor değilim.
“YAKIŞIKSIZ ELEŞTİRİLER YAPILIYOR”
-Ama kendinize de haksızlık yapılmasını kabul edemezsiniz.
Edemeyiz tabi. Şimdi biz Hacettepe kulübü olarak 2001 yılında doğduk. 7 yaşındayız. 7 yıllık süreçte takım Süper Lig’e çıkmış. Televizyon programlarının büyük bir bölümünde şunu görüyorum, “Hacettepe’nin bu ligde ne işi var”. Çok yakışıksız, haksız eleştirilere uğradığımız zaman üzülüyorum. Bu takım incelendiği zaman, 7 sene önceye dönüldüğü zaman, evet bu takım Gençlerbirliği Kulübü’nün alt yapısı olarak başladı bu hayata. Gençlerbirliği’nden doğdu, Gençlerbirliği’nin altyapısında ne kadar genç, ilerisi için ümit vadeden oyuncular varsa, bu takıma empoze edildi. 3. Lig’den başlandı bugün buraya gelindi.