FIFA'dan şal istemek ya da shu shu zela!

FIFA'dan şal istemek ya da shu shu zela!
Güney Afrika güvenli değil, Güney Afrika gürültülü, Güney Afrika soğuk...
 
Herkes FIFA'dan ciddi ya da şaka yollu yardım istiyor.
 
FIFA vuvuzela'ya karşı 'shu shu zela'yı, soğuklara karşı şal öneriyor.
 
shu shu zela ne mi?
 
İngilizler vuvu-stop adını vermiş...
 
Kulak tıkacı...
  
Kulak tıkacı kullanmak geçici duyma sorunlarına neden olur uyarısını okumaya Formula1 yarışlarından alışkınız. Otomobillerin start anında çıkarttığı gürültüye kulaklık takmadan maruz kalırsanız sağır oldunuz demektir. Kulak tıkacı kullanmasanız bile her motorun kendine has sesi ile keyif alma ihtimaliniz var.
 
Sporu seviyorsanız bu gürültü, aldığınız keyfin bir parçasıdır zaten, tartışmaya bile gerek yok.
 
Afrikalı sporseverler "ellerinizi çekin vuvuzela'dan bu kupa bizim" deyip çıkıverdi işin içinden...
 
Onlar sporu bu gürültü ile seviyor.
 
Sportif gürültü kavramını, Beşiktaş-Liverpool maçı sırasında 135 desibel yaparak Beşiktaş taraftarı gündemimize sokmuştu.
 
Şimdi dünya arıların saldırısına uğramış hissediyor kendini...
 
Malum iletişim çağındayız. Dünyanın neresinde olursanız olun, her şeyi anında öğrenebiliyorsunuz. Örneğin Twitter sayesinde maçı yerinde izleyen bir  arkadaşımız sıcakları ile bildiğimiz Afrika'da titrediğini yazıp anında İstanbul'daki arkadaşından mizahi bir cevap alabiliyor.
 
Madem çok soğuk o zaman "FIFA'dan şal isteyiver..."
 
İletişim için cep telefonu şebekesine kayıtlı olmanız yeterli.
 
Bu arada Kuzey Kore'nin 1966 yılından bu yana ilk kez katıldıkları Kupa'yı canlı olarak izlemek bir yana ancak 2 gün gecikmeli izliyor olması işin  ironik tarafı o başka...
 
Kuzey Kore hâlâ radyo günleri yaşarken Türkiye'de yayınlanan Dünya Kupası filmlerinden o günlerin aslında 1970'te kaldığını görebiliyoruz...
 
Biliniyor ki, bu vuvuzela Afrikalının geleneksel iletişim aleti...
 
Yani şu Kızılderili dostların Amerikan filmleri sayesinde öğrendiğimiz dumanlı iletişiminin bir başka örneği...
 
Ha bu arada, ilk maçında büyüleyen Alman Milli Takımı oyuncularının "saha içinde birbirimizin sesini duymanın imkanı yok, iletişim kurmakta güçlük çekiyoruz" sözlerini okuyunca insan ister istemez bir de iletişim kursanız neler yapacaksınız diye düşünmeden edemiyor.
 
Dünyanın sıkıcı gündeminden kopup bu ayı Kupa ile geçirmek isteyenler internet üzerindeki sosyal ağları, Kuzey Kore radyoyu, Afrikalı sesini duyurmak için vuvuzela'yı kullanıyor.
 
Kulaklarını bu gürültüye kapamak isteyenler için adı shu shu zela olan kulak tıkaçları şimdilerde revaçta... Ancak dünyanın tepkisine Afrika sert bir tepki vererek bundan sonraki maçlarda daha fazla insanın daha iyi örgütlenerek daha fazla ses çıkaracağını haykırıyor.
 
Turnuvanın en iyi takımı Almanya'nın basını da konuyu irdelemeden edemiyor. Bild gazetesi 1 milyon imza toplamak için kampanya başlattı.
 
FIFA, istismar edilmedikçe yasaklanmayacak diyor.
 
Fransız, İngiliz ve Alman televizyonları ellerindeki normal mikrofonları Head-Set'lerle değiştirerek kısmi çözüm buldular.
 
Hatta BBC iki farklı kanal kararı verdi. Birinde sesi tamamen filtreleyecek, diğerinde mümkün olan en düşük seviyeye düşürecekler.
 
Yıllarca soyulan, sömürge edilen, sonsuz zenginlik kaynaklarına el koyulan ve ısrarla gelişmeleri engellenen Afrikalı, Sepp Blatter sayesinde kendini dünyaya duyurma şansı yakaladıysa niye sussun ki?
 
Unutulmamak için bundan iyi bir fırsat olabilir mi?
 
Kupa bitecek, anılar kalacak geride...
 
Sadece G.Afrika'da değil kıtanın neresinde bir terslik olursa boru sesiyle duyacağız seslerini anlaşılan...
 
İletişim çağında kayboluveriyoruz...
 
Ha bu arada Ramazan davulcularının yerini Ramazan vuvuzelacıları alır mı dersiniz?
 
Yıldıray, Mesut meselesi...
 
Dünya kupaları bize bildiklerimizin özetini çıkarıp daha net anlatmaya yetiyor. Futbol basit ama bir o kadar siyasi bir oyun... İşte 1954'te İkinci  Dünya Savaşı'nın etkilerini ortadan kaldırıp ulusu yeniden bir araya getiren yüzde yüz Alman takımı, işte 2010 yılında artık kendi altyapı sistemlerinin ürünü etnik kökenli oyuncularla yürüyen bir başka Alman takımı... 1998 kupasında 40 gün Fransa'da dolaşıp öğrenmiştik. Tüm dünya ekranda gözleriyle şahit olmuştu Fransa'nın renkli zaferine... Champs Elysee'de Zafer Takı'nın üzerine bir Cezayirli'nin resmini çizmişlerdi lazerle Fransızlar, milli bayramlarından bir gün önce...
 
1998 Dünya Kupası'nda o dönemin milli takım teknik direktörü Mustafa Denizli ile Paris'te konuşmuştuk. Türkiye'nin acilen elindeki futbolcu kaynaklarını değerlendirmesi gerektiğini, dünyanın farklı bir yöne gittiğini söylüyordu.
 
Fransa Milli Takımı içinde neredeyse parmakla gösterilecek sayıda Fransız kökenli oyuncuyla dünya şampiyonu olurken çıkarımımızı Avrupa'daki Türk asıllı oyuncular üzerinden yapmamız gerekiyordu.
 
Ülkedeki azınlık vatandaşların sayısı günden güne azalırken bizim bir "Lefter" daha çıkarma şansımız haliyle ortadan kalkmıştı. Ancak Kubilay Türkyılmaz'ları kaçırmamak için ciddiyetle bakmak lazımdı Avrupa'daki Türklere...
 
Aradan geçen yıllar bir parça iyi, bir parça verimsiz kullanıldı... Halil, Hamit, Yıldıray bizim oldu... Mesut, Gökhan ve Eren'i eller aldı...
 
Farkı görmek için dikkatlice bakalım...
 
Alman Milli Takımı tarihin en genç ekibi... Genç isimler kendi takımlarında iyi sezon geçirmemiş olsa bile milli takım felsefesi içinde tecrübeleriyle hâlâ var olan eskilerle birlikte sahaya sürüldüler...
 
Mesut, takımın virtüözü... Messi'den sonra onu konuşuyor dünya...
 
Bir önceki turnuvayı evlerinde kaybettiler. Her şey mükemmeldi ama bir 10 numaraları yoktu... Almanya, Yıldıray'ın Türk Milli Takımı'na kaptırılmasına hayıflanıyordu.
 
Haklıydılar çünkü tek eksikleri oydu...
 
2010'a Mesut ile geldiler... Bu sefer Ballack yoktu... Löw işi kaderine terk etmemişti. Tunus asıllı Khedira monte edildi oraya.
 
Avustralya karşısında müthiş bir Dünya Kupası takımı izledik.
 
Almanya son 40 yılına damga vuran göçmen politikasını önce sanayi üretiminde bilek gücü olarak, sonra bir bakıma sosyal propaganda olan sportif başarı  üretmede yetenek olarak kullanıyor...
 
İki Almanya arasındaki fark Yıldıray ve Mesut'tur...
 
Almanya'yı Olimpiyat Stadı'nda yendiğimiz hazırlık maçını hatırlayın... Nuri oyuna girer girmez golü atmıştı Alman filelerine...
 
Çok sevindik o gün...
 
Almanya'da iz bırakan bir gol olduğunu artık hepimiz biliyoruz...
 
Çıkardıkları ders, koydukları sınırlamalarla bizim hareket alanımızı daraltıp, saha içindeki pas bağlantılarını güçlendirdiler...
 
Üzerine program yapmalıyız, yazı ile anlatılmıyor...