"Fener'i yıpratırım"

"Fener'i yıpratırım"
Mesut Bakkal... Gençlerbirliği Teknik Direktörü... Hafta sonu oynayacakları Fenerbahçe maçı öncesi ilk kez Ligtv.com.tr'ye konuştu.
Bu kadar rahat bir sohbet ortamında ilk kez bir araya geldik Mesut Bakkal’la... Güleryüzle karşıladı odasının kapısında. Zaten bir tebessüm herşeyi belli ediyordu, röportajın nasıl şekilleneceği konusunda... Yanımda yıllar öncesinden, 1989 yılında Ankara’da görev yaptığım Fotospor Gazetesi’nden, mesleğin çok eskilerinden ve spor basınının usta kalemlerinden Gençlerbirliği Spor Kulübü Basın Srumlusu Altan Altun’la girdik içeriye... Sohbet başladı ama içim içimi yiyor, öyle şeyler konuşuyoruz ki, röportajda konuşulması gerekenler bunlar diyorum kendi kendime... Kayıt cihazını çalıştırıyoruz. Farklı bir üslubu, farklı yaklaşımları var... Her insan şahsına münhasırdır misali, Mesut Bakkal’ın fikirleri ve söylemleri de kendine münhasır...
 
“Yıllar hazmetmeyi öğretti” diyor ve ekliyor, “Kulüpler de hazmetmeyi öğrendi”. Tesisleri kendisine bir yaşam biçimi yaptığını üstüne basa basa ifade eden Bakkal,  “Antrenmandan yarım saat önce gelip, yarım saat sonra gitmek, bulunduğunuz kulübe biraz ihanet diye düşünüyorum” şeklinde bir saptamada bulunup hemen ekliyor:
 
“Şu Türkiye ekonomisinde iyi kazançlar sağlıyoruz. Bunun karşılığında biraz daha fazla mesai verebiliriz. Futbolcu da buna alıştı. Artık gezmeye çıktıklarında buraya gelmeyi düşünüyorlar”.
 
Bekar futbolculara sevgili özgürlüğü tanıyor Mesut Bakkal. Onları sevgilieriyle beraber tesislerde görmekten mutlu. “Futbolcunun özel yaşantısının olması gerekiyor. Bekar oyunculara yemeklerde sevgililerinizi getirin derim. Neden bu yadırganıyor bilmiyorum ki Türkiye’de? Yemek nasıl ihtiyaçsa, o da ihtiyaç” diyecek kadar açıksözlü...
 
Doğrularını dile getirmeyi seviyor. Sesli düşünüyor, bundanda anladığım kadarıyla çok mutlu. Futbolcularınada sesli düşünmelerini aşılıyor.
 
Cezaya karşı, ama ceza kitabı var... Futbolcunun kalbine inmelisiniz diyen Bakkal, maç öncesi kamplara ilginç bir yorum getiriyor: “Kampa karşıyımdır. Deplasmana gideceğim zaman da 1 gün öncesi gidiyorum. Eğer kamp yapıp galip geleceksek, hiç buradan çıkmayalım. O iş değil ki.”
 
En sonunda laf dönüp dolaşıyor ve hafta sonu oynayacakları Fenerbahçe maçına geliyor...
“Fenerbahçe maçı öncesi ilk kez sizinle röportaj yapıyorum" diyor ve ekliyor:
“Ben o maçta da cesaretli, yürekli oynamayı teşvik edeceğim. Futbolda mağlubiyet de var, yenilse bile, amiane tabiriyle tırmalar diye söylüyorum. Yani çizer, yani yıpratırım. Eskişehirspor’u yendik ama şimdi Fenerbahçe maçı var ve işte şimdi ortaya çıkma maçı diyorum oyuncuya. Yani gündemi böyle oluşturursunuz”.
 
İşte Mesut hocayla yaptığımız keyifli röportaj:

    
 
“YILLAR HAZMETMEYİ ÖĞRETİYOR”
-Teknik direktör olmak nasıl bir duygu? Nasıl bir meslek, neler yaşıyorsunuz? Hayatın içinde teknik direktör olarak nerelerde varsınız, nerelerde yoksunuz?

Güzel bir soru. Ben 14 yıl profesyonel futbol oynadım. Futbolu bıraktıktan sonra futbolcunun yapacağı en iyi iş antrenörlük veya teknik direktörlüktü. Ben de buna başladım. 96 yılından beri çalışıyorum. 8 yıl yardımcı antrenörlüğüm vardı daha sonrada teknik direktörlüğe ilk Gençlerbirliği’nde adım attım. Bu zaten bizim hayatımızın bir parçası. Yaklaşık 4 yıldır da teknik direktörlük yapıyorum. Hayatımın neresinde derseniz, her yerinde var.  Bu mesleği çok seviyorum. Çok stresli bir işimiz var ama ben bu hayattan memnunum. Sıkıldığımız olmuyor mu, oluyor. İyi sonuçlardan sonra iyisiniz, kötü sonuçlardan sonra kötüsünüz; ama hazmetmeye de başladık. Yıllar bazı şeyleri hazmetmeyi öğretiyor. Sonuç olarak iyi veya kötü hazmetmeyi öğreniyorsunuz. İyi ki de teknik direktör olmuşum.
 
“KULÜPLER DE HAZMETMEYİ ÖĞRENDİ”
-“Hazmetmeye başladım” dediniz. Peki meslektaşlarınız, yöneticiler, başkanlar, onlar da hazmedebiliyorlar mı?

Aslında son yıllara baktığınız zaman az da olsa hazmetmeye başlıyorlar. Bu bir istikrar işi. Yeni bir takım kuruyorsunuz, bu takımın gerçekten takım hüviyetini kazanması için nn az altı ay, bir yıl gibi mesafeler gerekiyor. Kulüpler bazında teknik direktörünü iyi seçip uzun vadeli çalışmalar yapmak en iyisi... Kulüpler de artık sık sık teknik direktör değiştirmekten sıkıldılar... En azından biriyle başlayıp veya yılda 2 tane teknik direktör bile çok; ama en azından 2 kişiyle bitirelim diye düşünen kulüpler oluşmaya başladı. Özellikle bu genç jenerasyonda Bülent Uygun, Tolunay Kafkas, Hakan Kutlu gibi yeni gelen meslek arkadaşlarımız en az 2 yıldır çalışıyorlar. Kulüplerin hazmetme ve uzun vadeli çalışma yönünde atılımları var. Doğru olan da bu. Hem vizyon açısından hem de içinde üstlendiği görev açısından iyi çalışan bir teknik direktörse devam edilmesi taraftarıyım. Kötü sonuçların devam etmesi durumunda da kırılma noktaları çok az diye söyleyebilirim.
 
“HERŞEYİN BİR BEDELİ VAR”
-“Mesleğimi seviyorum” dediniz. Teknik direktörlük meslek olarak hayatınızın büyük bir bölümünü kapsıyor. Hayatınıza, Mesut Bakkal’a neler kattı, neler götürdü?

Katkısı inanılmaz. Görsel basın, yerel basın, özellikle Süper Lig’de çalışıyorsanız ki; iletişim çağı inanılmaz ilerledi, kazandırdıkları hem maddi hem manevi çok şey söyleyebilirim. En azından mesleğinize saygı duyuyorsanız, insanlar da size duyuyorlar. Eğer doğru işler yapıyor ve doğru duruşlar sergiliyorsanız tanınmanız, onore edilmeniz ayrı bir armağan. Ha neler götürdü? Tabi aile ve çocuktan uzak olmak, birinci şartı. Bunu zaten bütün hocalarımız yaşıyorlar. Ben Ankara’da çalışmadığım sürede ailemizden ayrıydık. Ama şimdi Ankara’da çalıştığım halde bile günün 13-14 saati çocuklarımı ve eşimi göremediğim oluyor. Ama burada bir parantez açarsam, herşeyin de bir bedeli var yani. Ailenizden uzak kalacaksanız kalacaksınız veya çalışmanız gereken o görevin gerektirdiği neyse ona katlanmak zorundasınız ama burada özellikle ev halkı, eşiniz çocuklarınız bu işte çok büyük etkenler. Ben özellikle teknik direktör olduktan sonra çok fazkla sıkıntılarım olmadı. Sadece haftalık yaşıyorsunuz. Maç kaybettikten sonra üzülme, stres, evden uzaklık oluyor. Ama en azından dağ başında bile arabanıza yakıt alırken, “hocam” diye yanınıza geldikleri zaman bu gurur verici. İnsanlar tarafından tanınmanız...Yani insanlarla belki tanışmıyorsunuz, birebir oturup konuşmuyorsunuz ama görsel basın aslında herşeyi anlatıyor. Duruşunuz, oturmanız, konuşmanız bunların hepsi toplum tarafından izleniyor. Ama ona göre de yaşamanız gerekiyor. İstediğiniz yere gidemezsiniz, istediğiniz şekilde yaşayamazsınız. Çünkü toplum önündesiniz. Dışarıya çıktığınız zaman insanlar bakıyorlar tabii ki. Ona göre hareket etmek zorundasınız. Ama benim çok fazla özel hayatım olmadığı için, evim ve işim olduğu için çok fazla sıkıntı çekmiyorum.
 
-Tesislere bugün saat kaçta geldiniz?
Bugün sabah saat 07.45’de geldim. Antrenmanım akşam 18.00’de.
 
“TESİSLERİ YAŞAM BİÇİMİM YAPTIM”
-Peki şu anda saat 16.30, sabahın 08.00’inden itibaren şu ana kadar neler yaptınız?

Sabah ilk geldiğimde çim sahaları gezdim. Sahacılarla sohbet ettim. Kale önlerini biraz daha koruyalım dedik. Altyapıda çocuklara baktım. Zaten günlük bir programım var. Misafirlerim geliyor. Okullardan gelenler oluyor. Gazeteciler geliyor. Sonra o günkü yapacağımız antrenman programı var, kitap okuyorum, güzel sözler varsa onları çıkarıyorum. Eğer burada konuşacağım oyuncular varsa, çağırıp konuşuyorum. Birebir iletişim kurmayı çok severim. Kapıları kapatıp birebir konuşup hallettiğimiz çok şey oluyor oyuncularla. Kulüpte olmaktan, vakit geçirmekten mutluyum. Burasını yaşam biçimi yapmadığınız zaman işiniz çok zor. Burayı yaşam biçimi yaptım. Ben Antep’de çalıştım, tesislerden dışarı inmedim. 6 ayda belki 4 sefer Antep’e inmişimdir, maçlar hariç. Burada da, hatta eşimi çocuklarımı tesislerde görürüm, buraya gelirler. Burada yemek yeriz. Tabi özel yaşantım bu kadar kısıtlı değil. Ben futbolcuya da bunu söylüyorum. Sadece bir buçuk saat antrenmanda gelip beraber olmanın çok fazla birşey kazandırmayacağını düşünüyorum. Çok güzel bir kulüpte çalışıyorum. Antrenmandan yarım saat önce gelip, yarım saat sonra gitmek, bulunduğunuz kulübe biraz ihanet diye düşünüyorum. Şu Türkiye ekonomisinde iyi kazançlar sağlıyoruz. Bunun karşılığında biraz daha fazla mesai verebiliriz. O kadar çok erken geliyorum ama iş de bitmiyor. Futbolcu da buna alıştı. Artık gezmeye çıktıklarında buraya gelmeyi düşünüyorlar. Onun için burayı seviyorum. Yaşam biçimi yapmayı seviyorum.
 
BEKARLARA SEVGİLİ ÖZGÜRLÜĞÜ...
-Bir teknik direktör kulübü yaşam biçimine çevirir. Orada vakit geçirmekten, bulunmaktan, yemek içmekten, orada sohbet etmekten haz alır ama bir gün o teknik direktörün işine son verilir. O zaman yaşam biçimi haline getirdiğiniz yerden kopmuş oluyorsunuz. Evinizden daha fazla vakit geçirmek, yaşadığınız yerden kopmuş olmak sıkıntı doğuruyor mu doğurmuyor mu? Bu kadar yaşam biçimi haline geitrmek doğru mu?

Bence doğru. En azından aileler birbirini tanıyorlar. Performansı daha iyi alıyorsunuz. Zaten bu yaşam biçimini burada yarattığınız zaman başarısız olma şansınız yüzde 10-20’lerde. Çünkü ona göre bir birlik, kenetlenme oluyor. Çünkü bu bir takım oyunu. Bunda aile de, çocuk da, baba da, kardeş de var. Bir futbolcu sadece kendisinden değil, ailesinden de sorumlu. Çevresinden de sorumlu. Oynamadığı zaman eleştiri alabiliyor. Konuyu dağıtmak istemiyorum ama ben futbolcunun buraya severek gelmesinin performansı artırdığını düşünüyorum. Ha, kampa karşıyımdır. Mesela maç öncesi 1 gün. Deplasmana gideceğim zaman da 1 gün öncesi gidiyorum. Burada öğle yemeğinden sonradır benim kampım. Eğer biz kamp yapıp galip geleceksek, hiç buradan çıkmayalım. O iş değil ki. Artık Eskişehirspor maçı bitti. Ben şimdi bugünden itibaren Fenerbahçe maçına hazırlanacağım. Onun taktiğini anlatacağız, onunla beraber yaşayacağız. 4-5 gün onunla beraber yaşayacağız. 4 gün 5 gün bunu yapmayacaksınız, son 2 gün gelecek takımı kampa alayım diyeceksiniz. Futbolcunun özel yaşantısının da olması gerekiyor. Bekar oyunculara yemeklerde sevgililerinizi getirin derim. Neden bu yadırganıyor bilmiyorum ki Türkiye’de? Yemek nasıl ihtiyaçsa, o da ihtiyaç. Bir futbolcu bir öğünde 4 bin kalori alıyor. Ve bunu günde 3-4 sefer alıyor. Normal düzenli bir yaşantısı olursa bana daha faydalı olacağını düşünüyorum. Yabancı oyuncu transer ediyoruz. Ama evli değil. Yanında sevgilisi var. Ona evini tutuyoruz, arabasını veriyoruz. Bekarlara kamp diyorlar, o da evli değil ama eve gidiyor. Neden? Türk oyuncusunun ne eksiği var? Bunları aşmak gerekiyor. Ben evli demiyorum eğer varsa sevgililerinizi getireceksiniz diyorum. O rahatlığı verirsen, diğer taraftan zaten kendini kontrol altına alır.
 
-Ki o futbolcu sizin bu samimiyetinizden sonra herhalde günlük beraberlikler yaşadığı değil, ciddi anlamda değer verdiği arkadaşını, sevgilisini getirir değil mi?
Kesinlikle. Mesela Hakan var. Hakan Aslantaş. Alman bir sevgilisi var. Kız geliyor. Ne var ya. O kadar normal şeyler ki bunlar. Bunu kapıların arkasında yapacağına, açık net, buraya geliyorlar, sohbet ediyorlar. O da sıkılmıyor, çocuk da sıkılmıyor. Göğsünü gere alıyor sevgilisini geliyor. Evlilerin evliği gayet normal de, tamam bizim bir örf adetlerimiz var ama, birbirlerine çok saygı duyuyorlar, çok seviyorlar. Ben yok hayır gelmeyecek diyeceğim; öyle bir şey yok.
 
-Evli gibi birbirlerine değer veriyorlar değil mi?
Çoğu evliden daha fazla değer veriyorlar.
 
“ÖZEL HAYATINDA SORUNU VARSA İDMANA ÇIKARTMAM”
-Bir teknik direktör hafta sonunda yapacağı maçı sürekli kafasında oynar. Peki siz önce kafanızda hayatı, sonra maçı mı oynuyorsunuz?

Aslında öyle de denilebilir. Ama bazen de itiraf edeyim, yorulduğum oluyor. Öncelikle futbolcunun buradaki oluşuma, organizasyona, tekniğe ve taktiğe, kafasının rahat olması gerekiyor. Buraya geldiğinde huzurlu bir ortamın olması gerekiyor. Onun için de buna özel yaşantısı diyebilirsiniz, bunlarla ilgilenmezseniz, o zaman da sahada performans alamıyorsunuz. Bunları da yoluna koyduğunuz zaman pek fazla uğraşmıyorsunuz. Artık performansla uğraşıyorsunuz. Onun için öncelikle psikolojisi, hayatı düzgün olarak gelmesi gerekiyor ki ben de burada güzel antrenman verebileyim. Zaten bunu yıllardan beri yaşıyorum. Kafası karışık, para problemi olan, evinde huzuru olmayan oyuncuların anrenmana çıktığı zaman sakatlandıklarını gördük. Hatta özellikle böyle kafası karışık oyuncuyu antrenmana çıkarmadığım oluyor. Sen bugün dinlen diyorum. Çünkü sakatlanıyorlar.
 
-Bir teknik direktör olarak futbolcularınıza, mentör, psikolojik danışman, abi, baba gibi yaklaşıyorsunuz ve futbolcuları kazanmaya çalışıyorsunuz.
Öyle olması gerekiyor. Bir mentör, bir psikolik danışman kadar yapamazsınız ama futbolun içinden gelmiş biri olarak onalrın ne düşündüğünü, ne yapmak istediklerini, maç kazandığı zaman ne hissettiğini, kaybettiği zaman ne hissettiğini biliriz, az çok biz de yaşadık. Zamanında bizim de moralimiz bozuk oluyordu, biz de oynamadık, biz de çeşitli davranışlar içine giriyorduk. Ama şimdi ne kadar yanlış olduğunu biliyorum.
 
-Çeşitli davranışlar içine de giriyorduk deyince siz, ben farklı şeyler düşünmeye başladım. (Gülüyoruz)
Kapris mesela.
 
“FUTBOLCUNUN KALBİNE İNMELİSİNİZ”
-Teknik direktöre cephe almak? (Gülüyoruz)

Yok, o değil de. Kırılmak. Hafif suratının asıklığı, hafif burukluk. Onu hissediyorsunuz zaten. Ama ben çalıştırdığım takımlarda hep adaletli dağıtım yapmaya ve çok net olmaya gayret ettim. Oynatmadığım zaman niye oynatmadığımı çok net anlattım veya hatası neyse çok rahat söyledim. Çünkü üzülecek veya kırılacak diye düşünmedim. Hatalıysa hatasını söyleyeceksin. Nasıl iyi oynayıp gol attıktan sonra övgü dolu sözler söylüyorsanız, hata yaptığı zaman da söylemek gayet doğal. Öncelikle kalbine inerseniz, ondan sonra diğer işleri daha rahat hallediyorsunuz.
 
“YABANCILARLA DAHA ÇOK SAMİMİYET KURARIM”
-Konuyu biraz yerli-yabancı futbolcu sentezine getirmek istiyorum. Tüm bu bakış açılarınızı göz önünde bulunduracak olursak, yerli ve yabancı futbolcular arasında bir karşılaştırma yaptığınızda, nasıl bir tablo ortaya çıkıyor? Bakış açısı, profesyonelliği, duygusallığı, galibiyet ve mağlubiyetlerdeki davranışları gibi...

Buna kısaca bir kelimeyle cevap verebilirim. Karakter diyebilirim. Karakter. Çok düzgün yabancılarla da çalıştım, profesyonelliğin aşağısında olan yabancılarla da çalıştım ama dediğim gibi o kelimenin altında toplayabiliriz. Ama bunu derken; çok kaliteli yerli oyuncularla da çalıştım. Herşeyi hazmeden, oynayıp oynamamayı, tüm organizasyonlarda sizinle beraber hareket eden... Ama bir takımda bunun hepsini birarada bulmanız çok zor. Çünkü çok yüksek paralar kazanıyorlar, genelde futbol oynadıkları için eğitimi 2. plana almış bir grupla çalışıyorsunuz ve inanılmaz bir medya ordusu peşinde, inanılmaz derecede bir karizma, bir şöhret ve buna siz hem hedef hem vizyon belirlemek zorundasınız. Çok zorlandığımız olmuyor mu, oluyor. Çatışmalarımız olmuyor mu, oluyor. Ama bunu en aza indirgemeye çalışıyoruz. Ben yerli veya yabancı diyemem, yabancıda da çıkıyor, yerlide de çıkıyor. Ama önemli olan siz bir takım yaratıyorsunuz, yönetiyorsunuz, bu takımın içinde iyi oyuncular da, düzgün oyuncular da, yanlış yapan oyuncular da var. Onun için en azından onlara doğru ve dürüst davranıyorum. Yabancısında da yerlisinde de bu çıkıyor ama profesyonelliği tam yaşayan yabancı oyuncuların bize örnek olduğu da oluyor. Karakter veya doğruluk aslında her insanda olması gereken birşey. Ama bazı duygusal zamanlar da yaşıyoruz tabi, oynamamayla ilgili. Çünkü futbolcu oynadıkça para kazanıyor, kestiğiniz zaman para alamıyor.
  
 
Yerli ve yabancı ayrımı yapmam. En büyük özelliğim budur. Ama yabancılara biraz daha samimiyet kurduğum gözlemlenir. Çünkü onlar buraya gelmişler, yer bilmiyor, yol bilmiyor, örf adet bilmiyor, ev bilmiyor. Düşünsenize, Türkiye’de genç oyuncular şehirden şehire gittikleri zaman top oynayamıyorlar. Bunlar, biri Şili’den geliyor, Brezilya’dan geliyor, Avrupa’dan geliyor, geliyor da geliyor. Yardımcı olmak gerekiyor. Ama ben burada duruşu herkese eşit dağıtmaya çalışıyorum. Kanunlar var, bunlar böyle olacak diyorsunuz, esneklik yok, bu kanunlar içerisinde de amiane tabiriyle içeri de atığımız oluyor, mahkemede beraat eden de oluyor (Gülüyoruz)
  
“CEZA VERMEYİ SEVMEM”
-Yani spor kulübünü hayatın paylaşıldığı bir aile ortamı haline getirdiğiniz gibi cezaevi ortamına da dönüştürüyorsunuz. (Gülüyoruz)

Bakın benim önümden bu hiç eksik olmaz. (Gençlerbirliği Spor Kulübü profesyonel disiplin yönetmeliğini gösteriyor). Bunu uygulamadığınız zaman, ki cezaya kesinlikle karşıyım bunu da söyliyeyim, ama antrenmana gelmemek, yemeğe gelmemek, organizasyonu bozmak, otobüs hareket saatini bozmak, gereksiz sarı kart görmek. Bunlar her kulüpte olan şeyler de, pek uygulamayı da sevmem. Cezadan yana değilim ama yapmadığınız zaman da disiplini düzeni sağlayamıyorsunuz. Ama şimdiye kadar ne kadar ceza kestirdin dersen belki de 20 bin YTL yi geçmemiştir.
 
SKOKO’DAN ÇARPICI TESPİT
-Hocam yerli yabancı futbolcu sentezini sordum size. Bana kırk dereden su getirtmeyin hocam. Röportaj öncesi sohbetimiz esnasında söyledİniz. Skoko ne demişti size?

Skoko, biraz önce saydığımız, işte karakter falan vardıya, böyle bir oyuncu. Bakın Skoko gitti, ama gittiğinden beri arkasından hep iyilikle, taraftar ve medya grubu olsun, futbolcu grubu olsun, övgüyle sözedilen birisi. Skoko bir gün bana, “Hocam. Ben bir şey öğrenmek istiyorum. Türk futbolcusu neden maçtan önce konuşmaz da maçtan sonra konuşur?” dedi. “Nasıl yani?” dedim. “Hocam maça çıkıyoruz, sen ön tarafa git, ben arkaya git, ön tarafı kapatalım, sen benim yerimi doldur, hadi aslanım, hadi koçum, maçtan önce yok, ama maçtan sonra sen niye arka direğe gitmedin, ben niye ön direğe gitmedim, sen niye bu tarafa atmadın, niye geriye koşmadın gibi her maçtan sonra yapıyorlar” dedi. “Yahu maçtan önce soyunma odalarında ses çıkmıyor” dedi. Çünkü bizim işimiz coşku işi. Futbolcu da olsa bir ders alıyorsunuz. Şimdi ben hep soyunma odasında konuşmaya teşvik ederim. “Konuşun, sesli konuşun, fısıltı yapmayın, coşkuyu yaratın” derim. Çünkü coşku bence bilgiden daha önemlidir. Coşkusuz insan bilgili de olsa o bilgiyi yansıtamadıktan sonra hiç bir faydası yok. Ama coşkulu insanın üretkenliği fazladır. Özellikle bizim işimizde, performans işinde. Ben bir coşkusuz adamla antrenman yapmayı bile sevmem. Antrenmanda konuşmayan, keyif yapmayan, zevk almayan, yani sanki zorunlu doğmuş, mecburen yaşayan insanlar gibi, amiane abiriyle. Zaten futbolcuya da söylüyorum o zaman, “Bugün ben sizinle çalışmak istemiyorum” diye. Çünkü o kötü format oturacak gittikçe. Konuyu dağıttık ama... Bunları da yaz konuyu dağıttık diye (Gülüyoruz)
 
TEHLİKELİ SORU...
-Hocam tehlikeli bir soruya hazır mısınız?

Hı, hı.
 
-İlhan Cavcav için neler düşünüyorsunuz?
Çok samimi söyleyeceğim.
 
-Başınıza iş açmasın ama.
Yok, yok... Hakikaten samimi söyleyeceğim. Öbür türlü olsa bu soruyu çıkar derim aradan geçerim. Bir defa çalıştığım en dürüst adamlardan bir tanesi. İş dahlime hiçbir karışımı yok. Sadece neye bakıyor biliyor musun? Siz işinizi yapıyorsanız, hiç uğramıyor bile. Sezon başında istediğiniz futbolcuyu aldı, futbolcuyla para konusunda karşı karşıya gelmiyorum, herşeyi tıkır tıkır ödüyor, ne istersek onu yapıyor, Yemek yemek. Seyahat seyahat. Organizasyon organizasyon. Bizden saedece bir tek şey istiyor, o da başarı. Başarısız olunca da oturup ne konuşacaksınız! Ben İlhan başkanımla un mu konuşacağım? Veyahut ülke sorunlarını mı konuşacağım? Ne konuşacağım? Futbol konuşacağız. İlhan başkan gibi duayen birisinin, gelip de takım hakkında bilgi istemesi kadar gayet doğal birşey var mı? 
 
“BENİ TEKNİK DİREKTÖR YAPAN CAVCAV’DIR”
-Dönem dönem çok karşı karşıya geldiğiniz şekilde kamuoyuna yansıdı. Onun için sordum.

Geldi geçti. O zamanki şartlar ama benim tarafımdan hataydı ama kulüp tarafından hataydı. Demek ki 2 tarafın da çok fazla bir problemi yoktu ki ben yine geldim. Yine 2 senelik anlaştım. Ama o andaki karşılıklı ortaya atılan olaylarda demek ki kutuplaşma farklıydı, ayrıldık. Ha belki benim tarafımdan yanlıştı, belki kulüp tarafından yanlıştı ama demek ki çok büyük bir olay değildi. Son 12 maç geldik, kümede kaldık, bu sene de devam ediyoruz. Ama ben ayrıldıktan sonra bile hiç ağzımdan kötü birşey çıkmadı. Çünkü ben yardımcı antrenördüm, beni teknik direktör yapan başkandır. Bu benim kendi düşüncem diğer insanlar nasıl düşünür bilmiyorum ama bu işlerde ahde vefa vardır. Mesela 4-5 hoca değiştikten sonra bana teklif geldiği zaman tereddütsüz kabul ettim. Belki de Gençlerbirliği küme düşecekti, kariyerimi sarsacaktım ama hiç düşünmedim. Çünkü düşmeyeceğine inanıyordum. Bu kulüp daha farklı yerlere layık. Düşmez, çünkü kulübün bünyesi çok sağlam. Şu anda da bir sıkıntımız yok zaten.
 
“FUTBOLCULAR İLK YARIYA 25 PUAN HEDEF KOYDU”
-Bu sezona gelelim hocam. İlk 3 haftayı nasıl değerlendiriyorsunuz? Nasıl başladınız? Hedefleriniz neydi, nasıl gidiyorsunuz?

Yeni bir takım kurduk. 10 oyuncu transfer ettik. Giden önemli oyuncularımız oldu. Gelenler de çok yetenekli oyuncular. 2 aylık bir hazırlık dönemi geçirdik. 12 hazırlık maçı yaptık. Hiç mağlubiyetimiz yoktu, takım olarak iyi yoldaydık. Sonra lig geldi başladı. Burada her takımın yaşadığı sıkıntılar gibi, Kahe’nin sakatlanması bazı oyuncuların formdan düşmesi, takım oluşumunu etkiliyor. Lig baladı, Kocaeli maçında, takımın o kadar güveni vardı ki mağlubiyeti beraberliği hiç düşünmüyordu. Çok iyi oynadığımız bir ilk devre, baskılı oyun, golü de bulduk, 45’de bir gol yedik, ikinci devre gol attık verilmedi, berabere bitti. Bursa’ya gittik. Bursa maçı beklediğimizden daha kötü oldu. Vasatın üztünde oynadık ilk devre, ikinci devre golü yiyince hiçbir şey yapamadık ama iyi bir gidişatımız vardı yani, 2 aylık sürede çok iyi çalışmıştık. Bir yerde patlayacağımızı bliyorduk. Bunu oyunculara da söylemiştim. Eskişehirspor maçında hem skor çok net, oyun olarak da çok iyiydik. Beni sevindiren o, iştahlı, üreten, deneyen, attıkça atmak isteyen, oyun disiplinine bağlı bir takım. Bunlardan çok büyük keyif aldım. Benim düşünceme göre 2 puan kaybımız var. En azından 6 puanımızın olması gerekiyordu. Ama bazen işler beklediğiniz gibi olmuyor. İçerideki maçları kazanmamız gerekiyor, ilk devre bir 25 puan hedefimiz var, futbolcuların koyduğu hedef bu. Ama 3 maçlık periyottaki son maçta oynanan futbol, hem kulübü, hem camiayı, hem futbolcuları çok memnun etti. Bu da çalışmanın ürünü. Er meydanı saha. Maç saatine gelene kadar sahada çalışmalarınız var. Herşey orada belli oluyor. Siz bir hafta tam oluşumuyla çalışmazsanız, hafta sonu klasiktir soyunma odalarında eller ortaya gelmiş, “Haydi bu maç kazanılacak”. Kazanılacak da arabada benzin yok, nasıl gidecek? Yani öncesini yaşamanız, yapmanız gerekiyor. Futbolun gerektirdiği neyse, teknik, taktik, kuvvet, kordinasyon, neyse bunu layikiyle yapan, bir de bunun yanında dediğimiz gibi hayat meselesi, takım birlikteliği, hedefte birleşme ortaya çıktığı zaman iyi bir sonuç oluyor. Bizim son maçta çıktığı gibi ama bu sene inşallah sıkıntısız bir sezon yaşayacağımızı düşünüyorum. Çünkü hem oynattığım, hem oynatmadığım, 18’in dışında kalan oyuncular da bayağı yetenekliler. Çok genç bir takımım var, bu genç takım eğer, 20-21-19 yaş grubu olan oyuncuların çokluğu var, eğer bu oyuncular zaten lig seviyesine ulaştıkları zaman Gençlerbirliği’nin en az 3-4 senesi garanti diye düşünüyorum.
 
“FENERBAHÇE’Yİ YIPRATIRIM”
-Çok ilginç bir 2 hafta arasında bu röportajı gerçekleştirmiş olduk. İnanın benim böyle bir hesabım kitabım yoktu. Nerden bilebilirdim ben İlhan Cavcav’ın onursal başkan olduğu Hacettepe’nin Fenerbahçe’yi yeneceğini. Ki röportaj serisini geçtiğimiz haftadan zaten programlamıştık. Ankara’nın diğer kulüpleriyle de bir hafta boyunca röportajlarımız sürecek. Şimdi kardeş kulüp olarak adlandırılan bu 2 kulüpten siz, bu hafta Fenerbahçe ile İstanbul’da karşılaşacaksınız. Kötü mü denk geldi? Son hafta sizin iyi futbol, iyi netice alması, Fenerbahçe’nin yenilmesi, yansıması nasıl olur maça? Size pozitif mi negatif mi yansır?

Fenerbahçe maçlarını yıllardan beri oynuyoruz. Zaten motive yönünden teknik direktörün en rahat ettiği maçlardır. Koşalım, basalım, şunu yapalım demenize gerek yok zaten. Ama bazı gerçekleri de gözardı etmemeniz gerekiyor. Oyunsal konuda çok cesaretli bir adamımdır ben. Herkesin gole gitmesini isterim. Herkesin denemesini, sorumluluk almasını isterim. Ama Şükrü Saracoğlu’nda Fenerbahçe ile oynuyorsunuz. Hem takımım hem de ben, bir yerlere  gelmek, birşeyler yapmak istiyorsak, her maç önemli ama önemli olan burada “İşte Eskişehir’i yendik, ama Fenerbahçe maçına gidiyoruz ya” dememek gerekiyor. Bazı şeyleri biraz daha farklılaştırmak için biraz daha hedefi yükseltmek için bu maçlarda da gereken neyse yapması gerekiyor. Ben bunu oyuncuma da söylüyorum. Fenerbahçe maçı öncesi ilk sizinle röportaj yapıyorum, ben o maçta da cesaretli, yürekli oynamayı teşvik edeceğim. Ama futbol bu sonuç ne olur bilemem. Futbolda mağlubiyet de var, benim takımım yenilse bile, amiane tabiriyle tırmalar diye söylüyorum. Yani çizer, yani yıpratırım. Takımımın çalışma temposunu biliyorum. Onun için Eskişehirspor’u yendik ama şimdi Fenerbahçe maçı var ve işte şimdi ortaya çıkma maçı diyorum oyuncuya. Yani gündemi böyle oluşturursunuz. Gündem oluşturma maçları bunlar. Gençlerbirliği zaten Eskişehirspor’u yener. Bunlar normal karşılanır ama bir Fenerbahçe veya Galatasaray, özellikle İstanbul’da, farkı ortaya çıkarmak için bu maçlardan iyi sonuçla ayrılmak her zaman sizi öne çıkarır. 
  
-Bir gazeteci kontrolü altında gerçekleştirdik röportajı. Kulüp basın işleri sorumlusu eski gazeteci abimiz sayın Altan Altun, soruları sıkıca takip etti. Ama kendisi dışarı çıktığı zaman ben tehlikeli olacak soruları yönelttim zaten. Cevapları da aldım. (Gülüyoruz)
Ben de teşekkür ediyorum, çok güzel bir sohbetti.
 
 
Erdem EROL
Ligtv.com.tr Haber Müdürü