Dünya kupası candır!

Dünya kupası candır!
Aklımdaki ilk görüntü 1982 Dünya Kupası’ndan. Dokuz yaşındayım. Meşin yuvarlağın etrafında dönen âlemi yeni yeni anlıyorum.
 
Dünya futboluyla bu kupa sayesinde tanışmışız. Etkileniyorum. Ortalık panayır yeri gibi. Bugün sıkı bir futbolsever olduysam Maradona’yı, Zico’yu, Platini’yi o kupada seyretmek istediğim içindir. Ama İtalyanlar ve Almanlar diye bir şey var. Ve en önemlisi, hayat gibi, orada da iyiler, kötüler, çirkinler var. İyiler kolay kazanamıyor üstelik. Gelmiş geçmiş en güzel Brezilya’lardan o takım eleniyor. Maradona tekme-tokat terbiyesinde. Platini Alman panzerlere çarpıyor. En sevmediğim iki ekip podyumda fink atıyor, bense futbola da, onlara da küsüyorum. Mahalle takımında giydiğim ‘yün’ Maradona formasını, odamdaki Platini posterini katlayıp dolaba koyuyorum. Bir duruşum var o zamanlar. Futbola bile tavır alabiliyorum. Finalde misafirlikteyiz. İçerideki televizyona kaçamak bakışlar... Evin (benden büyük) oğlu Almanya taraftarı. Sırf ona inat çirkin İtalyanlara sempatim var (Figure Panini çıkartmalarını paylaşmıyordu, fazla kartlarını bile vermiyordu. Yugoslavya takım fotoğrafını masasından yürüttüm). Paolo Rossi atıyor, ben coşuyorum. Tardelli’nin kendinden geçişiyle salona koşuyorum. Ertesi gün mahallede herkes golden sonra onun gibi kafasını sallıyor. Yine de hayatımdan memnun değilim. İlk kupam, ilk ilişki gibi. Eksik bir şeyler var.
 
1986 Dünya Kupası benim futbola ilan-ı aşkımdır. Bu oyuna dair sevdiğim ne varsa o kupadan öğrendim. Sadece Maradona resitali için değil, Platini için de değil. Negrete’nin makas dömivolesini seyrettiğim için. Hugo Sanchez’in Paraguay karşısında penaltı kaçırışını ve koca Azteca Stadı’na yapayalnız kalışını gördüğüm için. Hayatımın en güzel maçlarından SSCB-Belçika karşılaşmasına, yan hakeme değilse de bana ofsaydı öğrettiği için hayran oldum! Preben Elkjaer Larsen’e savaşkan orta saha nedir cümle aleme ilan ettiği için! Neler yoktu ki orada! İngiliz futbolunun, Lineker’i dünya futbol sahnesine takdimi... Altobelli’nin son, Vialli’nin ilk günleri. Lobanovski’nin ‘trrrrum trak, makinalaşmak’ isteyen takımı ve Dasaev. Almanya’nın tüm antipatikliğine inat Littbarski. Tek kupalık aşkımız Burruchaga. Butragueno’nun podyuma çıkışı. Enzo Francescoli zarafeti. Socrates’in karizması... Odamın bir duvarında Maradona, diğerinde Platini resimleri vardı. O ikisini finalde izletmediği için Almanya’ya kızgınlığım yıllarca geçmedi. Ama ne olursa olsun, futbola ben 1986 Meksika’da âşık oldum. Bugün bu oyunu seviyorsam, minik, siyah-beyaz Hitachi televizyonumuzda seyrettiğim o maçlar içindir.
 
Sonra 1990 ve 1994 geldi. Artık işin ayrıntısına dalmaya başladım. Kupa tarihinin en kötü iki turnuvasıymış! Pöh! Dünya Kupası’nın iyisi kötüsü mü olur? İbadet ibadettir, her maçı ayin gibi izlersin. ABD-İsveç de olsa, Arjantin-Brezilya da olsa afiyetle izledim. Tek zerre andan bile pişman değilim. 1998’de artık taktik tahtasına oturtuyordum her takımı. ‘Allez Les Bleus’un Zidane’lı zarafetine pas haritaları eşliyorum, Ronaldo’nun topla her buluşmasına dikkat kesiliyorum. Sofistike futbol günleri o zamanlar başladı.
 
Ama her şey 2002’de bozuldu. Futbolu Milli Takım’la aldattım. Aslında hepimiz öyle yaptık. Türkiye’yi izlemekten turnuvanın geneline üvey evlat muamelesi yaptık. Arka arkaya iki kupayı kaçırdıysak, sanırım bu lanet yüzündendir. Güney Kore-İspanya maçını tartışmadan sadece bir Türkiye’yle geçer mi koca kupa? N’oldu sonunda? Futbolun büyüsünü kaçırdık. 2006, sanki hep Dünya Kupası’na giden bir takımımız varmış gibi öksüz muamelesi gördü. Zidane o kafayı sadece Materazzi’ye atmadı. Skoru, takımını futboldan daha fazla seven herkese çaktı. 
 
Şimdi silkinme zamanı. Yarın yine festival başlıyor. Düzeltiyorum, festival değil (Tanıl Bora özdeyişiyle) ‘futbolun Ramazan’ı. Tüm futbol turnuvalarının sultanı. Oysa Misak-ı Milli’de biz hâlâ umursamıyoruz Afrika’da ne olup bittiğini. Bu oyunun sıkıştırılmış, ziplenmiş, en rafine, en leziz hali başlarken biz inatla sınırlarımızın ötesine taşamıyoruz. Yapmayın arkadaşlar! Bakın sonra çok üzülürsünüz. Ömrü hayatımız 70 yaşı bulursa, aklımız erdiği yaş da 10’sa, epi topu 15 kupa izleyeceğiz. Değerini bilmek gerekmez mi?
 
Panayır kuruldu, gong çaldı. Ne altı-artı-iki-artı-iki ilgilendiriyor beni. Ne transferler, ne de atışmalar. Yeryüzünün en güzel sahnesinin kurulmasına kilitlendim. Çünkü hayatımda hiçbir futbol ‘olayını’ Dünya Kupası kadar sevmedim. Size de tavsiye ederim. Futbolseverler için iftar vaktidir...
 
Kupa dilekleri
- Maradona bizi hayal kırıklığına uğratma ne olur! Kupayı kazanman gerekmiyor, ama ne olur saçmalama, aç Messi’nin önünü.
 
- Bir sakatlık daha olursa çanak çömlek patlayacak artık. Kimse sakatlanmasın, sakatlar 11’i yapmaktan bıktık. Futbol tanrıları herkese Drogba biyonikliği ihsan eylesin.
 
- İspanya al şu kupayı. Hiç değilse finale çık. Yakışıklı futbol kazansın. Bu kez favoriliğin hakkını ver. Boyu boyuma, huyu huyuma uygun İniesta, Xavi, Pedro ve arkadaşları ödülün en büyüğü hak ediyorlar çünkü.
 
- Afrikalılar, sıklaştırın safları. Artık hiç değilse bir yarı final, ya da masalsı bir final zamanıdır. İkoncan Drogba, ikinci turda dön takımının başına. Mucizeyi gerçekleştir, Afrikalıların izleyemediği Afrika Kupası’na ayar ver. Ver ki, Mandela gece rahat uyusun.
 
- İtalya, Fransa gruptan çıkamasa; demode, eskimiş futbol oynayan takımlar kilere kaldırılsa ne güzel olmaz mı?
 
- Slovakya, Uruguay, Avustralya, Danimarka... Dış kulvardan atak yapın. Şu turnuvada hafızalara yerleşecek bir şeyler görelim. Siyah atımız eksik olmasın.
 
- İngiltere, Almanya, Hollanda... Bu kupayı hep siz güzelleştirdiniz. Lütfen gereğini yapınız. Çeyrek finalden önce elenmeniz yasaklansın.